SOLCULAR SAĞOLSUN MÜLKİYEYİ 45 GÜNDE BİTİRDİM

 

Milliyetçi entelektüellerden Mustafa Çalık, 24 yıldır yayın yapan Türkiye Günlüğü dergisinin başında. 1990’larda belki de başka hiçbir düşünce dergisine nasip olmayacak tiraja ulaşan derginin Ankara’daki yazıhanesi düşünce okulu gibi. Akademisyenler, siyasiler ve yazarlar, hafta sonları ders veriyor, hafta içi akşamları da yemekli-çaylı-türkülü toplantılar yapıyor. Geçtiğimiz hafta böyle bir toplantıda Çalık’ın aksiyon dolu hayatını ve Türkiye Günlüğü dergisini konuştuk. 20-05-2012 ZAMAN

 

Yağmurlu bir akşamüstü gidiyoruz Tunus Caddesi’ndeki Türkiye Günlüğü yazıhanesine. Mustafa Çalık’ın hem yazı masasının hem de kitaplığının bulunduğu geniş salonda dikkatimizi ilk çeken art arda dizili koltuklar. Sinema salonu gibi. Akşamın ilerleyen saatlerinde hepsi doluyor. Duvarlarda eski günlerden fotoğraflar. Bir diğer uçta uzun bir yemek masası ve bağlama…

Biz geliyoruz diye Çalık’ın eşi sarma yapmış, yanında Gümüşhane ekmeği varmış. Çalık, “Meclis’te grup toplantıları var, bitince birkaç milletvekili de gelecek sarma yemeğe.” diyor. Haftanın birkaç günü burası gecenin ilerleyen saatlerine kadar çok sayıda siyasetçiyi, bürokratı, akademisyeni, yazarı ve de öğrenciyi ağırlarmış. O yüzden mutfakta ne çay ne de yemek eksik olurmuş. Daha küçük diğer odalar kitaplar ve dergilerle dolu. Bir de yazı ve dizgi için bilgisayarlar.

İlginçtir, Çalık’ın büyük ve görkemli masasında bilgisayar yok. Tek ilgi alanı, masası üzerine yaydığı ve muhtemelen gelecek sayıda yer alacak yazılar ve karşısına oturan misafirleri. Biz bunları düşünürken kapı çalıyor. Meclis’ten bir isim, İdris Güllüce gelen. Sonra birkaç vali, Yargıtay ve Sayıştay’dan bürokratlar ve muhabbetin daha da koyulaştığı saatlerde milletvekili Nabi Avcı geliyor.

1989 yılının Nisan ayında yayına başlayan Türkiye Günlüğü dergisi, 1990’larda görüşmemiş bir ilgiyle karşılandı. Bir düşünce dergisi için inanılmaz satış rakamlarına ulaştı. Bugünün anlı şanlı entelektüel kalemlerinin birçoğunun kuruluşunda yer aldığı Türkiye Günlüğü dergisini ve Mustafa Çalık’ın sıra dışı hikâyesini, birçok milletvekili, vali ve bürokratın nezaretinde dinledik. Ahmet Turan Alkan, Beşir Ayvazoğlu, Erol Göka, Gökhan Çetinsaya, Naci Bostancı, Nabi Avcı, İlber Ortaylı, Nur Vergin, Gündüz Aktan ve Durmuş Hocaoğlu’nun kurucuları arasında olduğu Türkiye Günlüğü dergisinin başındaki Mustafa Çalık’ın hikâyesi, memleketinde Gümüşhane Çalık köyünde başlıyor. Devamını ondan dinliyoruz:

Ankara Siyasal bilinçli tercihiniz miydi?

İlkokul üçten itibaren şöyle diyordum; “Siyasal bilgilerin dahiliye fakültesine gireceğim.” Babama sormuştum; “Siyasiler nasıl yetişiyor baba?”. Dedi ki: “Oğlum evvela siyasal bilgilerin dahiliye fakültesini okuyorlar. Orayı bitiriyorlar, kaymakam ve vali oluyorlar, sonra politikaya giriyorlar.” Ben de politikaya girmek için, siyasal bilgilerin dahiliye fakültesine girmek istiyordum. Sonra öğrendim ki, siyasal bilgiler fakülteymiş. Dahiliye yokmuş. 1974’te liseden mezun oldum, aynı sene de mülkiyeye girdim.

O zamanlar Ankara Siyasal’ın sol tandanslı olduğunu biliyor muydunuz?

Ooo Kaliforniya Üniversitesi’nde bile kimin ağırlıklı olduğunu biliyordum.

Tercih ederken endişelendirmiyor muydu bu sizi?

Umurumda değildi. Mülkiyeye gelirken, o zamanki terminolojiyle düşürme azmiyle geldik. Ama düşüremedik. (gülüyor)

Her yerde okula yalnızca 45 gün gidebildiğinizi yazıyor. Doğru mu?

8 Aralık’ta Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in gelişi münasebetiyle okul boykota götürüldü. Mülkiyede 5 kişi, basın yayından 2 kişi, 20 Mart 1975’te boykotu kırdık. O günü unutmuyorum. Komünistler bütün güçlerini içeriye yığmışlardı. Biz polis ve dekanımız nezaretiyle içeriye girdik. İçeriye girince bir gök gürültüsü gibi slogan. “Siyasal faşistlere mezar olacak” diye. Türk dizilerinde temsil edilen 70’lerin yakışıklı solcuları var ya, valla benim gördüklerimin bunlarla alakası yok. Siyasal bilgilerin solcu kızları şöyle tipler; asla kendilerine bakmazlar, burjuva âdeti diye yüzlerine bir şey sürmezler. Saçlar keçe gibi. Adeta tarak işlemez. Erkekler, Stalin bıyığı ya alt dudağı ne kadar kapatırsa bıyıklar o kadar ilerici ve devrimci oluyordu. Bize bugün cici pozlarla anlatılan Türk solu Türkiye’nin pagan unsuruydu 60-70’lerde.

Derse girdiniz…

Sınıfa tek ben varım. Solcular beni izlemek için iki kişi gönderdi derse. İlhan Öztrak geldi. Kaleminiz, defteriniz var mı dedi. Var hocam derse geldim dedim. Yazın o zaman dedi. O dedi, ben yazdım. Ertesi hafta aynı gün, o derse geç kalmıştım gittim, içeride bir uğultu, gürültü. Biraz sonra kapı açıldı ve kızlardan birini sınıftan attı. Başına toplandılar, ne oldu içeride ne var? Dedi ki; “yav geçen hafta faşistin biri derse girmiş ona yazdırmış şimdi o dersi bize yazdırmıyor”. Benden bahsediyorlar. (gülüyor) Ders bitti beni tespit ettiler, ‘boykotu kıranlar’ diye üzerime çullandılar. Arkadaşlarım geldi, askerî tabirle vuruşa vuruşa camdan çerçeveden çıktık. O gün birinci sınıfta son okula gidişim oldu. Sonra hesapladım, 43 gün gitmişim. 2 günde üçüncü sınıfta gitmişim. Toplam 45 gün okula gittim. Boykot kırıldıktan sonra herkes girdi ama boykot kırıcılar ve ülkücüler biz giremedik.

Nasıl mezun olabildiniz?

Devam edenlerden not alıyoruz. Çok çalışkan bir hanım arkadaşımız var. Allah uzun ve sağlıklı ömür versin; Şebnem. Onu da benimle dayımın oğlu tanıştırdı. Keçiören lisesini birincilikle bitirmiş. Kariyerini Ankara 10. Bölge İdari Mahkemesi başkanı olarak tamamladı. Eşi Osman Metin Öztürk’le de doktora arkadaşı olduk. Şebnem’in evine iki dolmuşla gidiyorum, defterlerini ve sorumlu olduğumuz kitapların isimlerini alıyorum. Defterleri Hüseyin Arıcı’yla beraber yazıyoruz. Geri götürüyorum.

Sınavlara nasıl giriyordunuz?

Taş odada, polis jandarma korumasında. Bizim teşkilatın kılıç kalkan ekibi nezaretinde okula kadar gidiyorduk. Yolun karşısında jandarma bizi teslim alırdı. Taş odaya girerdik. Dekanlık soruları gönderiyordu, biz orada yazıyorduk. Hocaların çoğunu okul bittikten sonra tanıdık. Felan hoca buymuş diye. Bazıları mümeyyiz oldukları için tanıdık. Şükrü Sina Gürel, doktora asistanıydı, sınavlara mümeyyiz olarak geldiği için tanıdım. İlber Ortaylı’yı bir iki kez imtihanlara geldiği için gördüm.

Hadi lisansı böyle bitirdiniz de yüksek lisansı nasıl yapabildiniz?

12 Eylül’den sonra girebildim.

Bu yaşadıklarınız sizi hırslandırdı galiba?

Tabii. Murat Sarıca’nın 100 Soruda Siyasi Düşünce Tarihi kitabını okuyunca düşüncem ve hayat planlarım değişti. Baktım ki bu demokrasi bizim bildiğimiz demokrasi değil. Marksizm, sosyalizm, milliyetçilik, liberalizm bizim bildiklerimizden çok daha derin kavramlar. O gün karar verdim. Doktora yapacağım. Mümtaz’er Türköne’yle Boğaziçi’ne başvurduk. Sınavı birincilikle kazandım. Mümtaz’er beşincilikle. Ama rakiplerimiz Harvard, Sorbonne ve Boğaziçi mezunları. Boğaziçi maceramız, sol grupların ölüm tehditleri üzerine bitti. Ankara’ya döndük, hemen açılan iki sınava girdim Devlet Planlama Teşkilatı uzman yardımcılığı ve kaymakamlık. İkisini de kazandım. Ama Ankara’da kalıp doktora yapmak için DPT’ye girdim. 1985’te doktora yeterliliğini geçtikten sonra Amerika’dan mastır imkânı oldu. Amerika’ya gittim.

Hangi alanda çalışmak için?

Milletler arası siyaset. Türkiye Günlüğü’nü Amerika’da şekillendirdim. Kimlerle beraber çalışabiliriz diye planlar yaptım. Bizim bütün gençlik dönemimiz istediğimiz gibi yazıp çizebileceğimiz bir dergi hayaliyle geçti. Dikey yapılanmanın olduğu, hiyerarşik kodun çok belirleyici olduğu camialarda, cemaatlerde, partilerde, siyasi hareketlerde öyle bir şey yapamazsınız. İsteyen istediğini yapamaz, çizemez, söyleyemez. Tenkit yoktur böyle yapılarda. Tenkidin olmadığı yerde fikri yaratıcılık ölür. Onun için bizim irfan dünyamızda, yanlış da olsa düşündüğünü söylemekten insanlar kendilerini men etmesinler diye doğru içtihatta bulunan fakihe iki sevap, yanlış içtihatta bulunan fakihe bir sevap verileceğine inanılır, öyle kabul edilmiştir. Türkiye’ye döndüm, 1987 sonbaharından itibaren arkadaşlarımı aradım. Kışın kıraathanelerde, yazın parklarda toplandık. Türkiye Günlüğü dergisi fikri böyle doğdu.

Adı neden Türkiye Günlüğü?

İsim mevzuunda çok tartıştık, konuştuk ama bir neticeye varamadık. Benim aklıma geldi Türkiye Günlüğü. Neticede Adakale Sokak’ta yayına başladık. Devgenç’in, Aydınlık dergisinin kurulduğu, Doğan Avcıoğlu’nun Yön ve Devrim dergisini çıkardığı apartmanın üçüncü katında.

Çok şaşırtıcı… Niye o apartman?

Bilmiyoruz ki o bina olduğunu. Tamamen tesadüf. 28 numaralı bina, Hukuk Apartmanı. Ben de bunları Cengiz Çandar’dan öğrendim. Bir gün Adakale Sokak’a geldi. Onu uğurlarken dedi ki; “Burası Doğan Avcıoğlu’nun yazıhanesi ve eviydi. Şuradaki daire Hasan Cemal’le Şahin Alpay’ın oturduğu yerdi. Şurası Devrim dergisinin çıktığı yerdi. Onun yanındaki yer de Doğu Perinçek vardı.” Zemin katta Türk Hukuk Kurumu’nun yeri var. Hâlâ öyle. Arsa sahibiymişler. 5 yıl orada kaldık. 1993 sonu Konur Sokak’a taşındık, taşındığımız bina da Türkiye İşçi Partisi’nin kurulduğu binaymış. Orada 7 yıl kaldık. 2001’de de Tunus Caddesi’ne taşındık.

Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışmaya devam ettiniz mi?

Şöyle 1989’un 1 Nisan’ında Türkiye Günlüğü’nün ilk sayasını çıkardık. Başlangıçta bin 500 basıp 700-800 satmayı hedefliyorduk. Ama ilk baskı tamamen bitti, ikinci baskıyı yapmak durumunda kaldık. İkinci sayıyı 3 bin bastık, o da ikinci baskı yaptı. Tahmin etmediğimiz bir hadise oldu. İlk iki sayı toplam 9 bin sattı. 4. sayıyı 4 bin bastık. Kitapçılardan dergi talebi telefonları geliyor, dergiye adeta yazı yağıyordu.

Neden bu yoğun ilgi?

O dönemde yapılmayanı yapmıştık. Bir de çünkü dergide şunu prensip ettik; burada herkes yazabilir. Her türlü yazı yayınlanabilir. Şu kaideyle demokrasi, vatan ve inanç aleyhtarlığı yapılmayacak. Terbiye dairesinde yazılacak. Öyle olunca bizim dergide eski THKPC’li Erkan Akın’dan tutun eski TİP’lilere, ülkücülere, İslamcılara… Sağın solun neredeyse bütün fraksiyonlarına mensup insanların yazıları akmaya başladı. Bu dönemde benim tercihte bulunmam gerekti ya dergiyi kapatacaktık ya da DPT’den istifa edecektim. Kardeşlerim mecburi hizmetimin kalkması için gerekli ödemeyi yaptı ve istifa ettim. Ve sadece Türkiye Günlüğü dergisiyle ilgilenmeye başladım. 2004’ten sonra da Çalık köyündeki mal davar işiyle uğraştım.

Mal davar?..

Köyde koyun-keçilerimiz var. Annem kanser olduktan sonra kemoterapiye alternatif bir yöntem var, Amerika’da bir klinikte uygulanan, onu uyguladık. Özel bir beslenme şekli var. Oğlak eti yenmesi gibi. Onun için başladım, o gün bugündür devam ediyor.

 

Türkiye Günlüğü’nün kurucu ekibi birlikte fotoğraf çektiriyor. Mustafa Çalık, “bir de ittihat terakki pozu verelim.” diyor. Israrı üzerine bu fotoğraf çekiliyor. (soldan sağa) Mehmet Öz, İskender Pala, Mustafa Çalık, Durmuş Hocaoğlu, Vedat Bilgin ve Ahmet Turan Alkan

 

 

 

 

Milliyetçi entelektüeller Ankara’dan çıkar

Yazı kurulundaki arkadaşlarla 1976-1978 yıllarında ocak dergilerini çıkarıyorduk. 1989 Şubat’ında açıldı Türkiye Günlüğü yazıhanesi. Dergi çıktığı vakit içimizde doktorasını bitiren bir tek Nabi Avcı’ydı. Ekip şöyleydi: Orhan Kavuncu, Mümtaz’er Türköne, Naci Bostancı, Lütfi Şehsuvaroğlu, Nihat Genç, Kemal Görmez, Ahmet Turan Alkan, Beşir Ayvazoğlu. Bu grup 70’lerde bizim cenahtaki entelektüel denilecek ekipti. Bizim hareketin de entelektüel ağırlığı daha çok Ankara’daydı. Aslında tüm siyasi hareketlerin, bütün cenahların entelektüel cephelerinde ağırlıklı yeri İstanbul’dur. Ama milliyetçi, ülkücü harekette sanki Ankara daha ağır basıyor.

 

28 Şubat’ta aile saadetimize göz dikildi

Mustafa Çalık, 28 Şubat sürecinde yaşadıkları baskılardan şöyle söz ediyor: O dönemde çoğumuzun evlerine kadın memurlar telefon ettiler, eşlerimize hiyanet ettiğimizi anlatmak için. Sevgililerimizmiş gibi arkadaşlarımızın evlerine telefon edildi. Bazı arkadaşlarımızın yuvaları dağılma durumuna geldi. Polis, Türkiye Günlüğü’nün çöpünü bile götürdü. Bizim için yapılan dosyanın kapağında radikal milliyetçi yazıyordu. Halbuki biz milliyetçiliği de tartışıyorduk, kritik ediyorduk. Kendi geçmişimizi de. 16. ve 17. sayıları Türk sağının kritiğidir 15. sayı Türk solunun kritiğidir. Bunlar çok iz bırakan sayılardı. Defaatle milliyetçik sayısı yaptık. Tasavvufla ve dış politika sayıları. En çok hukukun üstünlüğü, demokrasi.

Şerif Mardin’le Cemil Meriç’i ben tanıştırdım

Şerif Mardin’le taşralı cesaretiyle tanıştım. Jetonlu bir telefondan aradım. “Ben sizle tanışmak istiyorum” dedim. “Niye?” dedi. “Sizin yanınızda doktora yapmak istiyorum.” dedim. ‘Kimsiniz?’ dedi. “Siyasal bilgiler mezunuyum. Mustafa Çalık adım.”, “İyi, yarın ofisime gelin.” yedi. İlk defa yazıhaneye ofis dendiğini o gün duydum. Ertesi gün Şerif hocayla tanıştık. Daha sonra sembol hale gelen bir gündü; 28 Şubat. Tarih 1979. Şerif hoca beni biraz sorguya çekti. Sonra dedi ki; “Ben bu sene İngiltere’ye gideceğim. Burada yokken size yardımcı olması için biriyle tanıştırmam lazım. Ama bunun için çizginin neresinde olduğunuzu bilmem lazım. Siyasi fikrinize yakın birisi olsun. Benim için ehemmiyeti yok da.” Dedim; “hocam çizginin sağındayım hem de bir hayli aşırı sağındayım.” Beni sağa nispeten yakın olsun diye klasik Marksist Taha Parla ile tanıştırdı. Parla, çok iyi ev sahipliği yaptı. Unutamam. Bir sonraki gün Şerif hoca, Parla ve ben balık lokantasına gittik. Nazikçe ölçüp biçiyorlar beni. Emek vermeye değer mi, değmez mi? Mevzu romana geldi, ben de Cemil Meriç’in Kemal Tahir için “romanda namusumuz” dediğini anlattım. Taha Parla söze karıştı; “Çok enteresan bir adamdır. Tanıyor musunuz?” Hoca da, “Tanımıyorum ama çok saygı duyuyorum.” dedi. Bunun üzerine Cemil Meriç’le Şerif Mardin’i tanıştırdım. Cemil Meriç, daha sonra Mardin’e, Said Nursi’nin basında yansıtıldığı gibi biri olmadığını, dikkate değer bir entelektüel olduğunu ve sosyal bilimin üzerinde çalışması gerektiğini söyledi.

Sorulmayanı sormak için yola çıktık

Biz, Türkiye’de sorulmamış soruları sormak, verilmemiş cevaplar üzerinde düşünmek, sorulara mütevazı cevaplar verebilmek derdindeydik. Bu derginin sayfalarında tartışılmamış şey kalmamıştır. 29. sayının başlığı şudur: Laisizmden laikliğe… Resmi ideolojinin sonu…, Bu sayı 1994’te çıktığında bu konu Türkiye’nin gündeminde değildi. 28 Şubat döneminde Türkiye Günlüğü dergisinin çıkan sayıları incelemeye değerdir.

Neden bu kadar öfkelisiniz?

Sizi tanımayan ve televizyondan tanıyan insanlar celalli, lafını gediğine koyan, cedelci biri olarak görüyor. Öfkeli duruşunuzun sebebi nedir?

Tabiat. İnsanların tabiatıyla alakalı, kötülüğe, fenalığa tahammül dereceleriyle alakalıdır.

Yalana, madrabazlığa karşı tahammülüm yok. Üç kuruşluk dünya menfaati için eğilip bükülmeler, kendisi burada ev sahibi biz burada kiracıymışız gibi bu milletin dinine diyanetine, mukaddesatına, varlığına düşman birtakım unsurların bizim üremize tepeden bakmaya çalışmaları karşısında tahammül yok.

Bu yazı 2012, GÜLİZAR BAKİ, HABERLERİM, röportajlar kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.