KEMAL ILICAK, BANA “AHMET BEY, ÇOK MÜTEVAZI GÖZÜKME” DEDİ

Ahmet Taşgetiren, medya mahallesinin en entellektüel kalemlerinden biri. Müktesebatının çoğu köşe yazarından daha iyi. Cemil Çiçek, Melih Gökçek, Hüseyin Gülerce öğrencilik yıllarındaki ev arkadaşları. Taha Akyol ve Aykut Edibali ise ekip arkadaşları arasında. Uzun yıllar Tercüman Gazetesi’nde çalışan, sonra Zaman’da yazan, Yeni Şafak’ta başyazarlık yapan, halen Aksiyon’da haftalık yazıları yayımlanan Ahmet Taşgetiren, şimdilerde Bugün Gazetesi’nde yazıyor. Taşgetiren, ulusal medyada bu serencamı yaşarken 27 yıldır kesintisiz olarak Altınoluk dergisinin yöneticiliğini yapıyor. İslamî İlimler Enstitüsü mezunu Taşgetiren’in talebelik yıllarındaki yakın arkadaşları; Taha Akyol, Cemil Çiçek, Melih Gökçek, Hüseyin Gülerce… 70’lerde Yeniden Milli Mücadele hareketinin mensubu olan bu isimler, şimdi güncel siyasetin önemli aktörleri. Taşgetiren ile hem hayatını hem de arkadaşlarını konuştuk. 16 EYLÜL 2012 -ZAMAN

 

Kahramanmaraşlısınız. Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Biz 10 kardeşiz. 4 kız, 6 erkek. Erkeklerin büyüğü benim. Babam ziraatçiydi. Maraş’ta oturuyorduk ama bahçemiz şehrin 6 kilometre dışındaydı. Kayısı bahçemiz, üzüm bağımız, zeytinlikler vardı. Kayısı bahçesinin ağaçlarının arası, baran derler, oralara sebze de ekiliyor. Okul mevsimi biter bitmez bahçeye göçeriz. Kimse kalmaz şehirde. Bahçede daha derme çatma bir yerimiz vardır. Geceleri cibinlik kurulur. Onların hepsi güzeldi.

Kalabalık ve mutlu bir aile yani…

Evet, kalabalık ve mutlu. Ama bunlar oyun değil. Oyun çocuğu değiliz biz. Çalışıyoruz, hayatın içindeyiz. Anadolu’da çocuk hayata katılır, ailenin geçimine katkıda bulunur. Ben de lise son sınıfa kadar çalıştım. Kız kardeşlerim okumadı. O dönem, kızların okutulmadığı dönem. Ama erkeklerin hepsi okudu.

Okumak sizin isteğiniz miydi?

Babam okuttu. Kendisi de ilkokul mezunudur. Babasını da genç yaşta kaybetmiş. İlkokuldan sonra okuyamamış, ailenin yükü omuzlarındaymış. Bizi okuttu. En küçüğümüz profesör oldu.

Sosyal bir öğrenci miydiniz, yoksa içine kapanık mı?

Daha çok okumalar yapan biriydim. Buna rağmen çevresinde sevilen biriydim. Arkadaşlara Arapça ve Fransızca çalıştıran, arkadaş ilişkileri iyi olan bir insandım. Lisede de İslam enstitüsünde de oldukça seçkin talebelerdendim diyebilirim. İmam hatipte 6. sınıfta 21 dersimiz vardı, 20 tanesi 10’du. Bir tanesi 8’di, o da milli güvenlik dersi. İslam enstitiüsünde derslerim iyiydi. Ama mezuniyeti bir sene erteledim. Üçüncü sınıfta Mücadele Birliği yapısı içine girmiştim.

Nasıl oldu?

Üçüncü sınıfta, Mücadele Birliği’nin önünde gözüken birkaç kişi, enstitüden küçük bir gruba Mücadele Birliği’ni anlatmaya geldi. Ekipte Taha Akyol ve Aykut Edibali vardı. Taha Bey, o zaman da güzel konuşurdu ve birikimli bir insandı. Ondan sonra temaslar oldu. İmam hatipteyken de enstitüde de Müslümanların, İslam’ın dünyadaki ve Türkiye’deki durumuna dair düşüncelerim vardı. Okumalar yapıyordum. Maraş’ta Nuri Pakdil’in çevresindekilerle de temasımız oldu. Büyük Doğu’yu, Seyyid Kutup’u da okudum. Risale-i Nur çevreleriyle de ilişkim oldu. Bu arayışlarda Mücadele Birliği ilgimi çekti. Mücadele Birliği içindeki çalışmalarım da daha çok fikrî çalışmalardı. Başından itibaren yeniden Milli Mücadele dergisi, Bayrak gazetesi ve Pınar dergisinde yazdım.

O dönemde benzer milliyetçi duygularla ve İslami hassasiyetle oluşan bir sürü siyasî oluşum, yapı vardı. Neydi Milli Mücadele’yi seçme sebebiniz ve bu kitlenin onlardan farkı neydi?

Bu bir kere bir kadro çalışması. Söylemi; milletini seven, İslam’ı bir hayat felsefesi olarak gören, Türkiye’nin geleceğini inşa etme gibi bir misyonu benimseyen insanların oluşturduğu bir yapı. Bir kitle hareketi değil. Oy alalım da şunu yapalım değil. Bir kadro yetiştirelim ve bu kadro Türkiye’de belli sorumluluklar yüklensin anlayışındaydı.

Yetişen kadrolara bakınca bu gerçekleşmiş gibi..

Hakikaten toplum içerisinde seçilen, emek verilen insanlardan oluşan bir hareketti. Bulunduğu yerde zeki olan, düşünce derinliği olan insanlar yetiştirmeyi hedefliyordu. Devam etseydi… 1965’lerde başlayan harekette 1975’ten itibaren çözülmeler başladı maalesef. Cemil Çiçek, ilk ayrılanlardandı. Aslında Taha Bey hepsinden önce ayrıldı.

Niçin ayrılmalar oldu?

Taha Bey’in serüvenini yeterince bilmiyorum. Ondan sonra Cemil Çiçek ve Necmettin Türinay ayrıldı. Ben 3 yıl sonra 1978’de ayrıldım. O kadro hareketinde bana göre liderlik zaafı oluştu. İnsanlar farklı yerlerde birikimlerini değerlendirdiler. Hüseyin Bey (Gülerce) Zaman camiasında, Cemil Bey (Çiçek) siyasette, Melik Gökçek siyasette…

Bu hareketin ilk ortaya çıkışı nasıl olmuş? Kim başlatmış?

Afyon’da Aykut Edibali, Yavuz Aslan Argun, Mehmet Çetin ve Konya’dan İslam enstitüsü eksenli bir grup bir araya geliyorlar ve ‘yeniden toparlanmaya, bir misyon oluşturmaya ihtiyaç var’ diye okumalar yapmaya başlıyorlar. Yoğun okuma çalışması yapmışlar.

Milli Mücadeleciler olarak hâlâ görüşüyor musunuz?

Galatasaraylılar gibi pilav günümüz falan yok ama o zamanki dostluk devam ediyor. Ailelerin de katıldığı derin bir dostluk var. İftarlarda, düğün ve cenazelerde bir araya geliyoruz. Zaman zaman da yazın devremülkte epey arkadaş buluşuyoruz. Akşamları derin sohbetler oluyor. Türkiye’yi, dünyayı, kendimizi, çocuklarımızı değerlendirdiğimiz ortamlar oluyor.

Bugün geldiğiniz konumları düşününce başarılı buluyor musunuz oluşumu?

O oluşum bence iyi bir oluşumdu. Problemli yanı sürdürülememesidir. Özeleştirel bakmalıyız; zaafları neydi, niye çözüldü? Böyle yapılarda öndeki insanların duruşu, iradesi önemli. Bizde de liderlikte problem olmuştu. İslamî oluşumların bu anlamda özeleştiri yapması gerektiğini düşünüyorum. Benzeri sıkıntılar daha sonra da ortaya çıktı. İnsanların çok büyük fedakârlıklarıyla bu yapılar meydana geliyor ama bakıyorsunuz onlar heba olmuş gitmiş.

Liderler eleştirilere mi gelemiyor?

Bir davanın, bir hareketin önünde olmak zor iştir. Büyük fedakârlık gerektiriyor. Onu taşımak kolay değil. Allah yardım etsin önde olan insanlara. Yüreğinde binlerce insanın sorumluluğu vardır ama bence bu sorumluluğu taşıyamayacağını düşünen insan yola çıktığı insanlarla dostça oturup konuşup bende böyle bir zaaf oluştu, nasıl yaparım diye istişare etmeli. Kendi kafasında bir çözüm üretip onu empoze edip bütün yapıyı o istikamete sürüklemek büyük vebaldir diye düşünüyorum.

 

Aktif siyaset bana göre değil

Okulu bitirdikten sonra hep gazetecilik mi yaptınız?

Aktif muhabirlik yapmadım. Yazı işlerinde çalıştım. Bayrak’ta, Yeniden Mücadele Birliği dergisinde yazıyordum. İki yıl kadar Türk Edebiyatı dergisinde yazı işleri müdürü olarak bulundum. 1978 ve 1988 arasında da Tercüman’da Yazı İşleri’nde çalıştım.

Tercüman’da nasıl başladınız?

Ahmet Kabaklı hoca, yüksek öğretmen okulunda öğretmendi. Orada da bizim arkadaşlarımız vardı. Onlar tanıştırdı. Hoca da beni Rauf Tamer ve Kemal Ilıcak’la tanıştırdı. Tabii, bizim duruşumuz çok mütevazı görünüyor. Kemal Ilıcak, ilk görüşmede bana demişti ki; “Ahmet Bey, burada mütevazı olma, birikimini o kadar zannederler. Çok mütevazı gözükme.” O önemli bir hayat ilkesi. İnsan nasıl görüntü vereceğini de kollamalı. O da önemli bir şey.

Dikkate aldınız mı?

Yeni bir yapıya giriyorsunuz. Mücadele Birliği daha homejen bir yapı. Dinî duyarlılıkların olduğu, herkesin birbirini arkadaş, kardeş gördüğü, daha samimiyeti içinde gördüğü bir yapı. Tercüman daha farklı bir yapı. Daha heterojen bir yapıydı. Ben böyle ortamlarda biraz daha mesafeli duran biriyim.

Siz niye siyasete atılmadınız?

Aktif siyasette duracak yapım yok. Ben hep fikrî çalışmalarda bulundum.

………………

“Anadolu’ya konferanslara gittiğimde özgeçmişimi okuyorlar. Sonunda evli ve 5 erkek evlat denince salondan “oooo” sesleri yükseliyor. Çocukların hepsi okudular. En küçüğü elektrik-elektroniği bitirdi. En büyük Yıldız Teknik Üniversitesi’nde felsefede araştırma görevlisi, iki numara Amerika’da mastır yaptı, ortanca da Amerika’da siyaset biliminde doktora yapıyor. Diğeri Ticaret Üniversitesin’de okuyor. İki de torunum var. ”

…………..

“Ülkeye, siyasete, dünyaya kalple, vicdanla bakabilirseniz o iyi bir şeydir. Buna mukabil dinî hayatı da tanzim ederken ülke gerçeğinden, dünyadan kopmamak gerek. Ben bunun ikisinin iç içe olmasını önemsiyorum. O yüzden bir yanda dinî, tasavvufî bir dergiyi Altınoluk’u yönetiyorum diğer yanda günlük siyaset yazıları yazıyorum.”

Bu yazı 2012, GÜLİZAR BAKİ, HABERLERİM, röportajlar kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.