BU BAYRAMA KADAR ÇOCUKTUM

Vakkasoğlu, 10 bin kitaplık kütüphanesinde...

Vakkasoğlu, 10 bin kitaplık kütüphanesinde…

Efsane kitap serisi ‘Öğretmenin Not Defteri’nin yazarıVehbi Vakkasoğlu, bu yıl yazarlığının 45. yılını kutluyor. Bu vesileyle görüşmeye gittiğimizde alışıla gelenin dışında bir yazar portresiyle, aslında her eve lazım nüktedan bir dedeyle karşılaştık. Sohbeti insanın içini aydınlatıyor. Vakkasoğlu, Kahramanmaraş’ta küçük bir kitapçı dükkânında başlayan hikayesini İstanbul’daki evinde 10 bin kitaplık kütüphanesinde anlattı.  ZAMAN / 9 AĞUSTOS 2013

Vehbi Vakkasoglu

Yazarlıkta 45. yılınızdasınız…  

Aslında ben de inanamıyorum. Bazen hesap hatası olmasın diye parmaklarımla sayıyorum, Allah Allah! Nasıl oldu inanılmaz bir şey. Dün, kitap fuarına emekliliği yaklaşmış bir hâkim geldi, ‘Hocam orta mektepteyken kitaplarınızı okudum.’ diyor. Dedim bu adamcağız beni biriyle karıştırıyor galiba. (gülüyor) Biraz hesap kitap, adamcağız haklı çıktı. Eve gelince aynaya baktım, bizim kaporta gitmiş. Ben hâlâ kendimi genç zannediyorum.

Kaç yaşında hissediyorsunuz?  

40 yaşımdayım gibi geliyor. 80’lerin sonları. Almanya’da eğitim ataşeliğinde çalışıyordum. Telefonla konuşmanın çok zor ve pahalı olduğu dönem. Rahmetli babam ısrarla aramış. Kahramanmaraş’tan telefon etmeyi göze aldığına göre, çok önemli bir şey olmalı. Aman Allah korusun diye dualar ederek açtım telefonu; ‘Buyur baba…’ Sesimden anladı tabii: ‘Oğlum heyecanlanmana gerek yok olgunluk yaşını tebrik edecektim de, hayırlı olsun hakkını veresin.’ Meğer 40 yaşına girmişim o gün.

Ne kadar ince bir düşünce…

Babam ilkokulu okumamıştı ama her konuşan sorardı, ‘hangi fakülteden mezunsunuz amca?’ İlkokul diploması da olmadığı için, okur-yazar belgesi vardı gerçi, yeni yazı çıkınca almış, Necip Fazıl’ı çok severdi, ahbabıydı, ‘Büyük Doğu Üniversitesi mezunuyum.’ derdi. Necip Fazıl’ın da kulağına gitmiş tabii, çok hoşlanmış. Maraş’a geldiğinde, konferansta yanına oturtur, ‘Hilmi söyle duysunlar nereden mezunsun?’ Babamın 40 yaş inceliği o zamanlar hiç beklemediğim bir şeydi.

Sizin 40 yaşına gelen çocuğunuz var mı? Babanızınki gibi bir sürpriz yaptınız mı?

Bekliyorum. En büyük oğlumun az kaldı. Yaşın hatırlanması çok önemli, hakkını vermek için. Yoksa hayatın koşuşturmaları içinde insan kendini bile unutuyor. Baba dostum Abdurrahim Karakoç, ‘Unutmam deme, sen seni de unutursun Mihribanım.’ diyor ya çok haklı. İnsan kendini unutuyor, yaşını başını unutuyor, bulunduğu konumu unutuyor.

İlk hangi kitabınız çıkmıştı?

İlk göz ağrım Mehmet Akif’le ilgiliydi. 45 yaşındaki bu kitabın virgülüne dokunmadım. Hâlâ satılıyor. Son yayınlanan kitabım da Mehmet Akif’le ilgili: Akif Dede. 14 yaşındayken bilinçli bir Akif hayranıydım. Şimdi de 14 yaşındakilere, biraz aşağıdaki, biraz yukarıdakilere bu aşkı versek iyi olacak. 4. Akif kitabında gençlerle frekansı tutturmak istedim. Hamdolsun Akif Dede’yi gençler çok sevdi. Beklediğimizin çok üzerinde trajı oldu. İki senede 60. baskısını yaptı.

Dindar bir nesil varsa bunların neredeyse hepsi ilk gençlik yılında sizin Öğretmenin Not Defteri serinizi okumuştur. Ne zaman ve neden yazmıştınız bu kitapları?

İlginç bir hikâyesi var kitabın. 1981-82 yılları… O da bayağı yaşlanmış. Samimi söyleyecek olursam bendenizin o kitapları yazma önceliği yoktu. 12 Eylül İhtilali’nden sonra din dersleri mecburi oldu. O güne kadar din dersine sadece dindar ailelerin çocukları gelirdi. Onlar da cami camaati gibi ne desek kafa sallayan çocuklardı. Artık bilgi düzeyi sıfır olan da yüz olan da dersteydi. Din dersi hocaları çok zorlanmaya başladı. Ders yapamıyorsun, Allah diyorsun, hani nerede, göster, ispatla! Rahat din dersi öğretmenliği bitti. Soruları biriktirip, sabaha kadar onlara çocukların anlayacağı düzlemde cevaplar hazırlamak, misaller bulmaya çalışmak… Bahçelievler’de oturuyordum ve Ahmet Şahin hoca ile komşuydum. Hocaya da soruyordum. Çünkü Sevgi Peygamberi diye coşmuş anlatıyorum. Hiç alışkın olmadığımız bir şey oluyor, öğrenci pat kalkıyor, “Hocam ömrü savaşla geçmiş, eli kılıçlı nasıl Sevgi Peygamberi oluyor. Bir de Sevgi Peygamberi olmasa ne yapacaktı acaba!” Tüylerimiz diken diken oluyor tabii. Sadece ben değil din dersi anlatan herkes. Öğretmenler şaşkınlığa uğradı. Zaman zaman toplanıp, size ne sordular, orijinal soru var mı? diyorduk. Ben de soruya not veren bir öğretmenim. İyi soruya en yüksek notu veriyorum.

Bu soruyu sorana not verdiniz mi?

Verdim tabii. Dedim harika bir soru, 10! Sen bu işe kafa yormuşsun. Hem de bu konuyu önemsemişsin. En son, onu da kitapta yazdım: ‘Kur’an-ı Kerim dünyada geçerli de cennette ne olacak, işlevi bitince?’ Ömrümde ilk defa karşılaştığım bu soruyu 8. sınıf öğrencisi soruyordu. Ağzım açık kaldı. Kızım bu soruyu sana kim söyledi. Hocam siz anlatırken hatırıma geldi. İyi kendimi de tebrik ettim demek zihin açıcı anlatıyorum diye. (gülüyor) İşin şakası… Zihinler zorlandı vesselam. Şahin hocanın evinin salonu toplantı salonu gibi, din dersi hocaları toplanıyoruz. Ben anlatıyorum şunu soruyorlar, cevabı şöyle böyle anlatıyoruz, insanlar harıl harıl yazıyor. Halka genişliyor, teksirler, fotokopiler… Şahin hoca da bunlara şahit oluyor. Bir gün dedi ki, ‘40 yıllık hocayım anlattıkların benim bile hoşuma gidiyor. Sen işi gücü bırak bunları yaz.’ O zaman ben de yakın tarihe dair kitaplar yazıyorum: “Ben çok önemli meselelerle uğraşıyorum.” Benim kafamdaki düşünce, “Bunlar çocuksu şeyler.” Ama iman hakikatlerinin o gün bir kere daha farkına vardım ki küçüğü büyüğü olmazmış. Şahin hoca ısrar etti, elimdeki çalışmayı yarım bıraktım ve ‘Öğretmenin Not Defteri 1’ çıktı. Kitap matbaadan yayınevine gelmeden bitti. İkinci baskı bir haftada bitti. Sonra dedim hoca haklı, 1-2-4 derken trajı en yüksek kitabım o oldu. Farklı dillere çevrildi. En son Kürtçesi çıktı, çok sevindim. Trajı 4 milyonu aşmış.

Bu bayram benim için ilk olacak…

Bu bayramım değişik olacak. 10 yıldır, annem ve babam Kahramanmaraş’ta, bir odanın iki köşesinde yatalak yaşadılar. Babam beş yıl önce rahmete gitti, annemi de bu senenin 29 Mart’ında uğurladık ahiret alemine. Makamı cennet olsun. Bayramlarım onların dizinin dibinde geçiyordu. Şimdi ben de şaşkın vaziyetteyim, ilk defa bu bayramda annesiz, tam manasıyla öksüz ve yetim kaldım. Maraş’a mı gitsem diyorum, annemsiz Maraş’ın rengi soldu. Burada kalsam, çoluk çocuğumla galiba daha iyi olacak. Benim için yeni bir dönem olacak yıllardan sonra. Ben çocuktum bu bayrama kadar. Onun için diyorum ki annesi babası sağ olanlar lütfen kıymetini bilsin. İyi evladız, kıymet biliyoruz diyenlere aman biraz daha iyi bilin, uzaktalar her gün bir kez arıyorum diyenlere, her gün iki kez arayın diyorum. Ne yapıyorsanız iki katını yapın, asıl bayram o. Yokluklarında bunu anlıyorsunuz ama artık yapacak bir şey yok. Vefat etmiş olanlar da manevi hediyeleri unutmasın inşallah.

Vehbi Vakkasoglu

Gezi olaylarında yeni dostlarım oldu

Twitter adresi size ait değil mi?

Evet. Kendimi tuttum tuttum, sonra baktım bazı şeylerde ölçü olarak kullanıyorlar. Ben de başladım. Bayağı da memnunum. İnsanları anlama açısından, ulaşamadığım topluma ulaşma açısından twitter benim için çok iyi oldu. Mesela Gezi olaylarında yeni dostlarım oldu, hiç tanımadığım çevreden. ‘Kaçıp camiye gelenlere, tebrik ediyorum sizi, demek zor zamanda gelip sığınılacak yeri biliyorsunuz, ama zorluk geçince de orası hâlâ açık, orası hâlâ sizi kucaklamaya hazır, bekliyoruz’ dedim. Hassas konuşmak ve yazmak ne kadar önemli. Bakın buna nasıl tepkiler geldi, olumluları söylemiyorum. Olumsuzlar. ‘Sen kimsin ki bekliyorsun, senin için mi geleceğiz, orası Allah’ın evi değil mi? Ne demek orda bekliyoruz.’ Hemen yazdım İslamiyet’te ruhban sınıfı yoktur. Beklemiyorum arkadaşlar, Allah sizi bekliyor gelin. Hah şöyle. Sonunda anlaştık onlarla.

Size ‘Öğretmenin Not Defteri’ndeki  soruları soran çocukların 2013 versiyonu…

Evet. Artık büyük küçük herkes soruyor. Bazı arkadaşlarımız sorulara kızıyor. Peygamber Efendimiz (sas) hakkında böyle düşünülür mü, böyle sorulur mu… Niye gocunalım ki, cevabı olan sorulardan gocunulur mu? İşte akıllar karışır diyorlar, akılları karışmayacak şekilde düzenleyelim önce.

yazar

Maalesef en büyük çocuğum, hep alttan alan oldum

Babanız Kahramanmaraş’ın tanınmış kitapçılarından… Ve kitabını sattığı yazarlar yakın arkadaşları…

Babam enteresan bir kitapçıydı. Kitapçı dükkânı mıydı, dergah mıydı, dernek veya vakıf mıydı… Karıştırılır. Şimdi o kitapçı dükkânı bizim için okul oldu diyen birçok insana rastlıyorum. Babam kahramanımdı benim. Altı yıl önce vefat etti.

Nasıl bir babaydı?

Adı Hilmi’ydi ama çok sertti. İsmiyle hiç alakası yoktu. Necip Fazıl’ı çok severdi, duruşundan dolayı olsa gerek. Beni de konuşmalarım ve kitaplarım dolayısıyla çok yumuşak bulurdu; ‘Oğlum biraz kılıcın ucunu göster ya! Çok yumuşak gidiyorsun.’ derdi. Onun için Necip Fazıl da, ‘Benim iki Hilmim var Hilmi Oflaz ve Hilmi Vakkasoğlu.’ der. Oflaz’ı herkes tanır. Pederi ise Maraşlılar… Böyle bir ortamda büyüdüm ben. Neden yazarlık diyorlar bana, önümde açılan tek yol oydu. Bir kitapçı dükkânında gözümü açtım. Babam, ‘Necip Fazıl geldi, koş oğlum annen akşama yemek hazırlasın.’ Ya da bir gün, ‘Oğlum kahvesiz olmaz, Arif amcan mutlaka kahve ister. Annene söyle kahve tedarik eylesin.’ Arif amca meğer Arif Nihat Asya imiş. O zaman bilincinde değildik. Osman Yüksel Serdengeçti gelir onun hiçbir şeyi yoktur, ne bulursa onu yer, onu içer. Osman Abi bizden biri.

Sizde mi kalıyorlardı?

Bizde kalıyordu. Pederin dükkanı Maraş’ta onların ilk adresiydi. Başka kim Nurettin Topçu, Ergün Köse, Ali Fuat Başgil… Peder sayesinde onların da selamı kelamıyla tanışmıştım. Yani bir hizmet merkezi gibiydi.

Kaç kardeşsiniz?

İki erkek, iki kız. En büyükleriyim maalesef.

Neden maalesef?

Annem 29 Mart’ta vefat etti, annem de babam da kardeşlerle ne konu olsa oğlum büyüksün idare et dediler. ‘Anne 50 yaşına geldi ne küçüğü.’ Oğlum büyüksün idare et. Hâlâ da öyleydi.

Sizin kaç çocuğunuz var?

Üç tane, bir kız, iki oğlan. Ama manevi anlamda çok, sayısını bilemeyeceğim kadar…

Onlarla nasıldır ilişkiniz? Nasıl bir babasınız?

Aramız çok iyi. En samimi olduğum, en sansürsüz konuştuğum büyük oğlum. İki numaramız kız. Onunla pek anlaşamıyoruz, dedim ya ben çok şaka yaparım. Saçını çekerim, kulağını çekerim. Bazen kızar baba el şakası istemiyorum diye. O biraz daha sınırlanmamı ister ama ben coşkuma sınır koyamıyorum. En küçüğümüz bizden biraz uzak oldu, hep yatılı okudu. Şimdi Amerika’da, Harvard’ta önemli bir projede çalışıyor. Sanal dünyada ancak karşılaşıyoruz.

Bu yazı 2013, HABERLERİM, röportajlar kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.