O DOSTLUKLAR ESKİDENDİ

dost-ana

Modern hayat tarzı sadece aileyi tehdit etmiyor, toplumun temel dinamiklerinden birini; dostluğu da parçalıyor, yavanlaştırıyor. Dostluk ayrı kimlikleri kabul etmeyen bireysel çıkarların tehdidi altında. ZAMAN 22 EYLÜL 2013

İnsan ilişkileri yüzeysel; arkadaşlıklar duygusallıktan uzak; haza ve anlık heveslere bağlı olarak ortak zaman geçirmeyi dostluk gibi görüyor insanlar. O sebeple bu çağın insanı aşklarını ve evliliklerini sürdüremediği gibi dostluklarını da devam ettiremiyor. İlkokul öğretmeniyken felsefe masterı yapan ve tezi modern toplumlardaki dostluk anlayışı üzerine olan Sandra M. Lynch, modern dünyada dostluğun özel hayata ilişkin bir kavram haline geldiğini, kamusal hayatın gelenekleri ile taban tabana zıt olduğunu söylüyor. Hâlbuki önceki zamanlarda, tüm toplumlarda dostluk temel düsturdu. Lynch, modern bireylerin öncekiler gibi bir dostluk kuramayacağını düşünüyor. 1950’lerde “Modern kültür, toplum ve kişilik doğası itibarıyla parçalanmıştır.” diyen filozof Georg Simmel, bugünün insanının dost algısını şöyle anlatıyor: “Bir bireyle aramızda sevgi anlamında, bir başkasıyla ortak entelektüel yönler anlamında, bir üçüncüsüyle dinsel duygulardan dolayı ve bir dördüncüsüyle de ortak deneyimler sayesinde bağlar kurulmasını sağlayan farklılaşmış dostluklar…”

Dostluk Üzerine kitabında (Ayrıntı yayınları) Lynch, modern dostluklarda büyük bir gerilim olduğuna dikkat çekiyor: aynılık ve farklılık. Dostluklar farklılığı hoş görmeyi gerektirir. Ama bugünün insanının temel dürtüsü: özçıkar. İşte bu aynılık ve farklılıklar o özçıkarla çatışınca ilişki yürümüyor. Sanırız onun içindir ki Aristo, yalnızca iyi insanların dostluk kurabileceğini söyler.

Her şeye rağmen, böylesi bir değişim geçirse de “dostluk umuttur”. Lynch’in kitabında yazdığı gibi. Çünkü dostluk, dünya ile benlik arasında yaşama adına girişilen ezici maliyetleri biraz olsun hafifletme çabasıdır.

“Gerçek hayat, tamamıyla buluşmadan ibarettir. İnsan ötekiyle karşılaşarak var olur.” diyen Prof. Dr. Kemal Sayar’a göreyse, “Dünyayı bir başka insanın gözünden görmeye çalışmak ufkumuzu genişletiyor.” Yani dostun dünyasının tadı insanı bireyselliğin dar ve sıkıntılı dört duvarından kurtarıyor. Peki, dostluğu insani her özelliği yutan, yok eden hızlı ve güçlü bir girdap olan modern hayat tarzı dayatmasından nasıl koruyacağız? Mümkün mü..? Dostlukları 40 yılı geçmiş iyi insanlarla görüştük. Onların dostluklarını nasıl kurduklarını, sürdürdüklerini dinlerken umutlandık.

Soldan sağa Ahmet Şahin, Vehbi Vakkasoğlu

Soldan sağa Ahmet Şahin, Vehbi Vakkasoğlu

Taş taş inşa edilir dostluk sarayı

Onlarca kitabınız olabilir, adınızın başında büyük bir titriniz… 40 yılı aşmış ‘lezzetli’ bir dostluğunuz varsa işte o dostun yanında yalnızca sizsinizdir. Vehbi Vakkasoğlu dostluğu maskesiz bir ilişki olarak tanımlıyor. Güven, ilgi, mizaç uyması, vefa… Vakkasoğlu’nun dostluk için sıraladığı kelimeler. Bir keresinde radyo programında “çat kapı-çat gönül” başlığında dostlukları işlemiş. “Çat kapı gidebiliyorsanız, o kişi sizin gerçek dostunuzdur.” demiş. Programın bitiminde yapımcısı “Hocam iyi hoş anlattınız da bunlar artık fantezide kaldı, kim kime çat kapı gidebilir bu devirde?” Gecenin bir vakti… Vakkasoğlu açıklama yapmış ama 30’lu yaşlarındaki bu genci ikna edememiş. Nitekim mesai arkadaşı mevzuyu damardan bağlamış, “Sizin böyle çat kapı gidebileceğiniz dostunuz var mı hâlâ!”, “Var tabii.”, “Kim?”, “Ahmet Şahin hoca.”, “Şimdi gidebilir misiniz?”, “Giderim.”  Soluğu Bahçelievler’de Şahin hocanın kapısında alırlar. Zili çalarlar. Hocanın eşi açar. Şahin hoca, dostunu görme mutluluğuyla içeri buyur eder. Selam kelam faslından sonra, aç mısınız diye sorar, tatlı ve çay ikramı yapılır, hoş da bir sohbet. Neden sonra Vakkasoğlu, sebebi ziyaretlerini söyler. İki üç saatlik bu çat kapı ziyaretten çıktıklarında arkadaşı Vakkasoğlu’na, “Hocam ağzım açık kaldı.” der.

Ahmet Şahin hocanın ne kadar güzel bir dost olduğunu “Allah’a şükrederek” anlatan Vehbi hocaya soruyoruz, nerede ve nasıl başladı bu dostluk? 1960’lar…  Ahmet Şahin, Yeni Asya’da yazar. Kahramanmaraşlı genç Vehbi Vakkasoğlu yazılarını okuyor. İstanbul’a üniversite okumaya geldiğinde gazetede bu yazarla tanışır. Zamanla, tanıdıkça frekanslarının uyuştuğunu fark eder: “O ortamda bulunanların yüzde 90’ı aynı görüşün insanları ama karakterin uyuşması ayrı bir şey.” Selamlaşmanın ötesine taşınır arkadaşlıkları. Derken Ahmet Şahin hem gönül hem de aile dostu olur. Vakkasoğlu, “Çoluk çocuk derdi anlatılıyorsa artık dostluk kuruldu demektir.” diyor. “Uzun soluklu bir dostluk kurabilmenizin sebebi neydi?” diye sorunca şu cevabı veriyor: “Mizaç uyması önemli. Sansürsüz konuşma, sevinme, birlikte ağlama işte bu dostluk oluyor. İlişkinin mesafesiz ve maskesiz olmasıdır. Ne kadar çok böyle insan varsa hayatınızda, işte bu en büyük zenginliğiniz oluyor.”

Vakkasoğlu, gençler için kitaplar yazıyor, onlarla yakın ilişkiler kuruyor. O sebeple soruyoruz bugünün insanı neden böyle uzun soluklu dostluklar kuramıyor? İnsan kalitesi mi düştü? Cevabı şöyle: “Hayır, emek vermiyor. İnsanlar durup dost bekliyor. İnsanlar aynı mekanda olabilirler, aynı düşünce yapısında olabilirler ama duygusal anlamda uzaklar. Halbuki dostluk eşten, baba oğlu olmaktan başka bir şey. Ötekiler doğuştan kan bağıyla kurulan ilişkiler. Bizim seçimimiz değil. Dostluk seçimimiz ve taş taş dostluk sarayını inşa ediyoruz. Hak ediyoruz. Yeni nesil hak etmeden bekliyor.”

Vehbi Vakkasoğlu, ilk kez denize Ahmet Şahin vesilesiyle girmiş. Deniz kenarına tatile gitmeyi de onun sayesinde öğrenmiş. Peki ya kıskançlık? Cevabı şöyle: “Benim kadar yakın dostları var mıdır diye merak ettiğim olmuştur. Aldığım intiba şu, sen nevi şahsına münhasır cins bir adamsın değişik dostlarım var ama senin tarzında değil şeklinde.”

Ahmet Şahin hoca, “Tanıştığımızdan bu yana her görüşmede sevgi çoğalmış, azalmamıştır.” diyor. Şahin, “Canımız sıkıldığında, bir sıkıntımız olduğunda Vehbi hocayı çağırırız, sohbet edelim deriz. Moralimizin bozuk olduğunu anladığında bir fıkra, iki nükte… keyfimizi yerine getirir. Vehbi hocanın çok sadaka verdiğini düşünüyorum. Peygamber Efendimiz, “Müminin kardeşine karşı tebessümü sadakadır.” diyor. Vehbi hoca ise hayatı boyunca hep tebessüm etti.” şeklinde konuşuyor.

(Soldan sağa) Sedat Yazıcı ile Recai Akgün’ün ilkokulda başlayan arkadaşlıkları 50 yılda köklü bir dostluğa dönüşmüş.

(Soldan sağa) Sedat Yazıcı ile Recai Akgün’ün ilkokulda başlayan arkadaşlıkları 50 yılda köklü bir dostluğa dönüşmüş.

 

Kimsenin dost kalmaya zamanı yok

Eski İstanbul’un son çocukları onlar. Mahalle kültüründe büyümüşler. Sabahlara kadar süren kalabalık arkadaş sohbetleri,  otostopla Ege’ye tatile çıkmaları yaşamışlar. Gençlikte ‘sosyal ve aktiftik’ diyorlar. İstanbul Acıbadem’de deniz ticareti yapan Sedat Bey’in ofisindeyiz. Pencereden gözüken görkemli asırlık çınara bakıyoruz hep beraber. Devasa gövdesi ve dallarıyla etkiliyor bizi. Sohbet ilerledikçe anlattıklarıyla Recai ve Sedat beylerin kadim dostlukları da beni etkiliyor. “Dostluk ve arkadaşlık arasındaki fark nedir?” diye soruyorum mesela, Recai Bey: “Müsait olunca arkadaş olunuyor. Ama dostluk her şartta bitmez.”

Peki böylesi kalabalık ve keyifli bir arkadaş grubu içinde neden siz daha yakın ve hatta dost oldunuz? Recai Bey cevaplıyor önce: “Siz bu haberi söylediğinizde arkadaşlarımın hepsini gözden geçirdim, baktım herkesle inişler çıkışlar olmuş ama Sedat’la olmadı.” Recai Bey liseden sonra okumamış, Sedat Bey iktisat fakültesine gitmiş. Türkiye’nin kutuplaştığı dönemler. Sedat Bey de hızlı solculardan. Sabahlara kadar tartışırlarmış. Gündüz ise bisikletlerini alıp beraber şehir turuna çıkarlarmış. Dostluklarına ne iş hayatları, ne evlilikleri, çocukları, ne de siyasi görüşleri zarar vermemiş. Sebebini şöyle açıklıyorlar: “Birbirimize karşı içimizden başka dışımızdan başka olmadık.”

Tabii bir de beraber vakit geçirmekten halen keyif almaları dostluklarını perçinliyor. Sedat Bey diyor ki: “Arkadaşlığımızı hâlâ sanki 18 yaşında gibi yaşarız. Bu da dostluğu sıcak tutuyor. Recai abiyle görüşmek hoşuma gidiyor, insanın içi renkleniyor, ısınıyor.”

Bugünün gençlerinin dostluk kuramamasından söz açılıyor. Sedat Bey, “İnsanlar arasında güvensizlik var. Vericilik yok. Cömertlik kalmadı. Kime ne sorsan, ama para ama başka bir ihtiyaç, müspet dönme oranı yüzde bir. Herkesin ya işi var ya müsait değil veya parası yok. Adam kendine bir dünya yapmış kimseyle paylaşmıyor. Paramı veremem, zamanımı veremem. Kuru bir akıl verir.”

Yıllarca esnaflık yapan Sedat Bey’in tespitleri çok yerinde. Kendi ve dostlarının çocukları üzerinden de gençleri gözlemlemiş. İlişkilerin yüzeysel olduğunu söylüyorlar. Herkes herkesle çok irtibat halinde, mesajlaşıyor, yediğinin fotoğrafını çekip gönderiyor ama ötesi yok. Kadim dostların ortak değerlendirmesi: bugünün gençliği arasında duygusal bağlar koptu. Son cümleleri şu oluyor: “Aslında dostluk bitmiyor, insanlar dost olmayı istemiyor.”

Edebiyat dünyasında merhum Cahit Zarifoğlu ile Rasim Özdenören’in dostluğu efsane gibi anlatılır.

Edebiyat dünyasında merhum Cahit Zarifoğlu ile Rasim Özdenören’in dostluğu efsane gibi anlatılır.

Dost, naz makamındadır

Çok hasta. Koca İstanbul’da yalnız. Ne düşündü, ne yaşadı bilinmez. Ama hasta bedenini, başka şehirde olan dostunun anne-babasının evine bıraktı. Evde kimse yoktu. Eski bir İstanbul evi, ahşap. Kapıyı yukarıdaki ipi çekince kolayca açabiliyordunuz. Açtı. Yorgun vücudunu dostunun yatağına bıraktı, yorganını başına çekti. Dostu anlatıyor: “Annem eve gelmiş, anlamış biri girdi. Benim odama bakmış, yatağı dolu görünce, seslenmiş. Yorganı çektiğinde kara saçlarını görünce anlamış. Doktor getirtmiş annem, ilaçlarını almış.” Dostluk böyle bir şey işte.

Güven. Hasta olan genç, Cahit Zarifoğlu, evden uzaktaki dostu Rasim Özdenören’dir. Arkadaşlıkları 1955 yılında başlıyor. Lise bir öğrencisiyken Maraş’ta tanışıyorlar. Zarifoğlu içine kapanık bir gençtir. Sevgisini de antipatisini de dışarıya yansıtmayan biri. Hatta bir defasında Maraş’ta dar bir sokakta karşılaşmışlar, selam vermiş Özdenören, almadan geçmiş: “Cahit’in huyunu bildiğimiz için alınganlık göstermedim. Orda Cahit’e karşı bir güvensizlik olsaydı, sevgi olmasaydı onu anlayışla karşılamamış olsaydım küsmem gerekirdi.” Özdenören’e göre dost, sırtını döndüğün zaman kendisinden bir zarar gelmeyeceğini düşündüğün kimsedir. Sırlarını ve mahremiyetini paylaşabildiğin, güvendiğin, kendisi için fedakarlık ve feragat edeceğin kimsedir. Ve tüm bu nitelikler de karşılıklı olmalıdır. Sevgi-aşk ilişkisi ise öyle değildir. Orada tek taraflı da olur, muhatabın haberi bile olmayabilir. Özdenören dostluklarına dair şunları anlatıyor: “Öyle şeyler olurdu ki, hayır ben bunu başkasına değil Cahit’e anlatabilirim, ancak o beni anlar derdim. Mesela yeni bir fıkra duymuşsun, diyorsun ki filana anlatırsam… hayır bunu ancak Cahit anlar. Hastalığının son dönemlerindeydi haftada bir iki defa rahmetli Erdem’le (Beyazıt) ziyaret ederdik. Ankara’daydım, Cahit Cerrahpaşa’da yatıyordu. Hafta içi de mutlaka telefonlaşırdık. Bir keresinde bana bir fıkra anlat dedi. Anlattım hoşuna gitti. O konuşmadan sonra ziyarete gittiğimde odada başka arkadaşlar vardı onlardan da fıkra anlatmalarını istemiş. Anlattıkları pek hoşuna gitmemiş. Odaya girer girmez daha selam sabah yokken, “Fıkrayı Rasim anlatsın da siz ondan dinleyin.” dedi. Cahit’le aramızda başkalarıyla olsa ilişkiyi zedeleyecek olaylar geçti, fakat ben üç gün tavır koydum yalnızca. Küsme filan gibi değil de tavır koyma. Bu dostlar arasında naz makamında olan şeyler.” Özdenören’e göre insanın hiç olmazsa bir tane dostu olmalı.

Türk Edebiyatı Vakfı’nın emektar isimleridir (soldan sağa) Belkıs İbrahimhakkıoğlu ve Ayla Ağabegüm. 40 yılı aşan dostluklarını perçinleyen de vakıf çalışmaları olmuş.

Türk Edebiyatı Vakfı’nın emektar isimleridir (soldan sağa) Belkıs İbrahimhakkıoğlu ve Ayla Ağabegüm. 40 yılı aşan dostluklarını perçinleyen de vakıf çalışmaları olmuş.

Allah, kimseyi dostsuz bırakmasın

Aslında onların arkadaşlığı çocukluklarında başlıyor. Aynı apartmanda oturuyorlarmış. Halen o apartmandalar. Belkıs İbrahimhakkıoğlu’nu vakfa ilk götüren de Ayla Ağabegüm olmuş. Ağabegüm, “Dostluklarda mekan çok önemli.” diyor. Ağabegüm, bugün ilişkilerin karşılıklı menfaatlere dayandırıldığı için dostlukların bozulduğunu düşünüyor.  İbrahimhakkıoğlu ise “İlişkinin çetelesini tutmaya başlıyorsanız o zaman işler bozulur. Hastalandım gelmedi, telefon ettim dönmedi…”  diyor.  İbrahimhakkıoğlu’na göre gerçek duygular çok dile gelmez, çok dile gelen çabuk tükenir. Duygusal ifadelerle pekiştirilmeye çalışılan dostluk zorlamadır.

 

Ağabegüm, “Dostlukta mizaçların aynı olması şart değil.” diyor. “Biri sakin, diğeri agresif olabilir işki o agresifliğin perde arkasını okuyabilmek.” Ağabegüm hayata daha duygusal ve kritik ederek bakarmış, hatta annesi olayları yorumlamasıyla ilgili “Öğretmen öğretmen bakma” dermiş. Bu anlamda Belkıs İbrahimhakkıoğlu ile dostluğu dünyaya daha güzel bakmasına sebep olmuş. Bu konuda çok desteğini görmüş. İbrahimhakkıoğlu ise dostlukta önemli bir detaya dikkat çekiyor: niyetinden emin olmak. Karşı tarafın niyetinden emin olunca yanlışını telafi edebiliyorsunuz. Nasıl ki ahirete inanmayanlar için hayat ne kadar zordur, her şey geçici, sıkıntılar acı vericidir. Gidecek yerinin olmadığını düşünmek ne kadar elem verir. Belkıs abla dostluğu işte ‘gidilecek yeri olmak’ olarak tanımlıyor. “O bakımdan, Allah kimseyi dostsuz bırakmasın.” diye dua ediyor. Ayla abla gözlerinin içi parlayarak bakıyor kadim dostuna, gülümsüyor ve benimle birlikte “amin” diyor.

Bu yazı 2013, dosya haber, HABERLERİM, röportajlar kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.