BİANELDE ‘HOCA’ VAR

BIENAL GEZIMIZE ÖMER TAŞKALE (FOTOĞRAFTA), MÜNEVVER ÜÇER (FOTOĞRAFTA), MUHAMMED MAĞ VE SANAT TARIHÇISI ÖMER FARUK ŞERIFOĞLU KATILDI.

BIENAL GEZIMIZE ÖMER TAŞKALE (FOTOĞRAFTA), MÜNEVVER ÜÇER (FOTOĞRAFTA), MUHAMMED MAĞ VE SANAT TARIHÇISI ÖMER FARUK ŞERIFOĞLU KATILDI.

13. İstanbul Bienali’ni Geleneksel İslam sanatları hocalarıyla gezdik. Hem bienal izlenimlerini konuştuk hem de güncel sanatla geleneksel sanatlar ilişkisini… İlginç, çarpıcı ve şaşırtıcı tespitleri oldu. Organizasyonu eleştiriyor ve “Bianelde güncel sanatlar yansıtılmalı ve bugünün sanatında biz de varız.” diyorlar. ZAMAN / 19 EKİM 2013

İçerik

İçerisi tıklım tıklım. İkişerli sıra halinde el ele tutuşmuş ilkokul öğrencileri arasından sanat okulu öğrencisi olduğu belli üniversiteliler geçiyor, her bir panonun önünde meraklı gözlerle durarak. Epey yaşlı olan sanatseverler, önüne oturup izlenmesi için konulan banklarda, bir fotoğrafa bakıyor veya videoyu izliyor, pürdikkat. Bir eserin önünde toplanmış kalabalığın arasına giriyoruz. Rehber, Arjantinli sanatçının neyi, niçin yaptığını anlatıyor. İstanbul Modern’de geniş bir salon olan antrepoda labirent şeklindeki sergi alanında dört dönüyoruz. Yanımızda müzehhip Prof. Dr. Ömer Taşkale ve Yrd. Doç. Dr. Münevver Üçer var. Bir saat önce de sanat tarihçisi ve eleştirmeni Ömer Faruk Şerifoğlu ile dolaştık bu koridorlarda. Önceki gün hattat ve grafik sanatları hocası Yrd. Doç. Dr. Savaş Çevik ile İstanbul Rum Okulu’ndaki sergideydik. O gün ayrıca hattat ve müzehhip Muhammed Mağ ile İstanbul Modern’i gezmek için buluşmuştuk. Her biri geleneksel sanatlar üzerine çalışan bu sanatçılarla hem bienal izlenimlerini konuştuk hem de güncel sanat ile geleneksel sanatlar ilişkisini…

Modern toplumun yorgunlukları sanata yansımış

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları bölüm başkanı Ömer Faruk Taşkale, İstanbul bienalini yakından takip ettiğini söylüyor. Bienallere dair genel bir değerlendirmesi var: “Bienallerde insanlar dünyaya dair kendi yorumlarını, bakış açılarını anlatan eserler ortaya koyuyor. Başkalarının beğenisine sunmak gibi bir dertleri, gayeleri yok. Önce kendisinin beğenmesi, kafasındakini insanlara anlatmak anlayışı var. Sanat anlayışı artık buraya doğru gidiyor.” Bu esnada bienali beraber gezdiğimiz müzehhip Münevver Üçer söze dahil oluyor: “Modern toplum yaşadıklarından o kadar yorulmuş ki bu durum sanata da yansıyor. O sebeple bir kargaşa ve karamsar bir hal var. Ben de çalışmalarımla Floransa bienaline katılmıştım. Orada da, burada da gözlemlediğim; insanlar bu yüzyılın sorunlarını çığlık atarak anlatıyor. Eleştirel bir yapısı var güncel sanatçının. Bazı sanatçılar sert bir eleştiriyle sanat yapıyor. Ben sanatımda bunu yansıtmak istemiyorum. Daha yumuşak, soft işler yaparak huzuru yansıtmaya çalışıyorum. Bir nevi Polyannacılık benimki.”

Önceki bienal için Faruk hocaya davet gelmiş. Çalışmalarından örnekler istenmiş. Gönderdikten sonra cevap olarak, çalışmalarını beğendiklerini ancak bienalin konusu için uygun olmadığını, daha sonraki bienallerde tekrar görüşmeyi amaçladıklarını söylemişler. Taşkale, daha sonraki davete karşılık vermemiş, gerekçesini şöyle anlatıyor: “Zannediyorum insanların bakış açısı değişmedi. Resim ve heykel gibi sanatlar mesaj vermeye uygundur. Geleneksel sanatlarda en azından şahsım adına mesaj verme gibi bir durum yok. Altyapısı itibarıyla estetik, renkler ve güzel duygular ön plandadır.”

Münevver Üçer ise bu konuda şöyle düşünüyor: “Bizim sanatlarımız sözünü böylesi sert bir üslupta söylemez. İstanbul Bienali’nde tabii ki olmak isterim ama ben böylesi bir karamsarlık, kargaşa ve çığlıkla yer almam. Göz ardı edilmemesi gereken bienal, yapıldığı zamanın güncel sanatçılarının hepsini kapsamalı. Yani biz de olmalıyız. ‘Siz klasikçisiniz, geleneksel sanatları yapıyorsunuz’ diyerek bu organizasyonlardan dışlamamaları gerekiyor. Katıldığım Floransa bienalinde zulüm gören insanlardı konu ve benim eserlerim direkt zulmü anlatmıyordu.”

Her iki hocanın İstanbul Bienali’ne dair ortak bir eleştirisi var; kitap ve rehberle gezilen bir etkinlik haline geldi. Derler ki “Bienal, kitapçıklarla geziliyorsa, artık ziyaretçisine pek bir şey vermiyor demektir. Yani sanatçı kendi yapıtına artık alt yazı yazıyorsa bunda bir çelişki var demektir.”

Sanat tarihçisi ve eleştirmeni Ömer Faruk Şerifoğlu

Sanat tarihçisi ve eleştirmeni Ömer Faruk Şerifoğlu

İYİ BİR ELEŞTİRİ TEK BAŞINA SANAT DEĞİLDİR

Sanat tarihçisi ve eleştirmeni Ömer Faruk Şerifoğlu ile İstanbul Modern’i gezdik. Her bir işi dikkatle inceleyen Şerifoğlu ile antreponun yanıbaşında Tophane’deki eski zaman kahvelerini andıran kafelerden birinde konuştuk. “Siz çağırmasaydınız gelip görmezdim. Merak etmiyorum ama iyi ki görmüşüm.” diye söze başlayan Şerifoğlu’nun bienal izlenimleri…

İstanbul Modern’deki işleri gördük az önce. İzleniminiz nedir?

Lale Müldür’ün “Anne ben barbar mıyım?” dizesinin tema olarak belirlenmiş olması işi birazcık şehre ve politikaya çekmiş. Aynı zamanda şiire de çekmiş, şiirle ilişki kurulmuş ciddi anlamda. Bunlar işi boyutlandırmış. Negatif değil pozitif olarak gördüm bu temayı. Şehir 21. yy insanının problematiği. Her zaman hayatımızın içinde, bitmeyecek bir konu. Ama bunun dışında her zaman olduğu gibi bienallere karşı önyargıya dönüşmüş bir bakışım var. Çok da merak etmiyordum. Siz aramasaydınız görmeyecektim belki de. İyi ki gördüm, onu da söyleyebilirim. Ama zorlama işler var. Bu da gene 20. yy ikinci yarısında başlayıp günümüzde çoğalan bir iş… Eskiden desen çizemeyene ressam denmezdi. Şimdi bırak deseni, fırça tutmayı bilmiyor. Ya da en ufak bir emek sarf etmeksizin bir espriyi alıp ‘ben yaptım, sanat bu’ diyor. Evet sanatsal bir unsur barındırıyor ama sanat eseri dediğimiz şeyin birtakım olmazsa olmazları olmalı. Emek çok saygıdeğer ve kayda değer bir şey. Her emek harcayan sanatçı değildir tabii ki ama bir espriyle de, iki tane objeyi üst üste koymakla da sanat eseri olmaz. Tek başına yeter anlamı da çıkmamalı bu söylediğimden ama emeksiz sanat olmaz. Bir de buralardaki eylemlerin büyük bir kısmını biraz zorlama, biraz özensiz buluyorum. Özensizden kasıt emeksiz buluyorum. Belki çok güzel bir başlık koyuyor ortaya ama o çabanın altını dolduramıyor.

Küratörler neye göre seçiyor sizce?

İşte bu sanat algısındaki dönüşüm bütün dünyada var. Güncel sanat dediğimiz şey oradaki espriyi yeterli görüyor. Herkes oturup karakalem düzeninde çalışmak zorunda değil ama ortaya çıkan eserin de kalıcılığının olması gerekiyor. Güncel sanat bunu da tartışıyor. Kalıcı olmak zorunda değil diyor. 15 kişi gördüyse o da yeterli benim için diyor. Ama o zaman sabun köpüğü gibi bir şeye dönüyor sanat. Öyleyse tüketim toplumunun dayatmasının etkisidir bu. Her şeyi tüketiyoruz sanatı da tüketiyoruz. O zaman endüstrinin parçası haline geliyor. Bir de İstanbul bienalinde Türkiye’yi göremiyorum. İstanbul bienali, İstanbul’un bienali olmalı. Yerel sanatçılar daha fazla görülmeli. Bu eylemin öncelikle bu toprakların kültürünü, geçmişini, bugününü, geleceğini konu edinmesi, burayı tartışması gerekiyor. Doğru söylemek gerekirse yabancı sanatçıların öyle bir çabasını gördüm. Bir şekilde yaptıkları işleri Türkiye ve İstanbul’la ilişkilendirmeye çalışmışlar. Bunlar önemli, bizim sanat dünyamıza bir anlamda katkıdır.

Bienale birkaç defa geldim. Şimdiye kadar beşini görmüşümdür, altı değildir. Yurtdışında da gördüğüm bienaller, sergiler festivaller oldu. İstanbul Bienali’ni pek önemsenecek, abartılacak bir etkinlik olarak da göremedim bugüne kadar.

Neden?

Belli konuları, belli alanları, belli kesimleri dışlıyor olması, büyük ölçüde avangart tavır olması, bir de orada beni çok şaşırtacak bir şeyle karşılaşacağım, asla kaçırmamalıyım, muhakak görmeye değer bir şey olacağı hissi uyanmadı bugüne kadar. Kaçırmaması gereken olursa bir şekilde duyuluyor, yazılıp çiziliyor. İstanbul bienaliyle ilgili bugüne kadar ciddi bir çıkış görmedim.

Geleneksel sanatlarda bienal yapılabilir mi? Ya da bu bienalde olmalı mıydılar? 

Geleneksel sanatlar alanında ciddi bir kıpırdanma var, bu göz ardı edilmemeli ama bunun niteliği bütün üretim alanları gibi olabildiğince sorunlu. Cami mimarimizden hat sanatına, tezhibe… Geçmişi, taklidi hâlâ kendimize birinci üretim çizgisi olarak koymuş durumdayız. Bunu bizim ciddi şekilde sorgulamamız gerekiyor. Taklit, eğitim içinde önemli bir unsurdur ama bir yerden sonra taklidi aşmalısınız.

O zaman yeterli görmüyorsunuz mevcut işleri, sanatçıları?

Görmüyorum. Işıksız değil ama ciddi bir sis tabakası var bu alanda da. Temcit pilavı gibi aynı şeyi döndürüp döndürüp aynı şeylerle aynı koridorda dolaşan insan çok. Bireysel çaba gösteren, özgün bir tavır ortaya koyan insanlar iki elin parmaklarını geçmiyor.

İstanbul Modern’de bienal için buluştuğumuz tezhip hocası ve hattat Muhammed Mağ bu etkinliğin yakın takipçisi. Sanat hayatına resimle başlayan daha sonra tezhibe geçen Mağ, bienali ressam ve musikişinas arkadaşlarıyla gezmeyi tercih ettiğini söylüyor. İstanbul Bienali’ne dair izlenimlerini sorduğumuzda şunları anlatıyor: “Sanatkâr diyebilmeniz için geçmişe çok iyi vakıf olması ve var olana yeni bir şey eklemesi lazım. Sabah uyandı, akşam yaptı olmuyor. Birikim ve tecrübe gerekli. Son üç bienali de gezdim. Gördüğüm bir dayatmaydı, sanat budur.”

Hattat ve müzehhip Muhammed Mağ

Hattat ve müzehhip Muhammed Mağ

Sanat budur’ dayatması var

Muhammed Mağ, son yıllarda büyük bir gayret içinde; geleneksel sanatlarda bir bienal organize etmek. Bunun için hem sponsor yani İstanbul Bienali’ni destekleyen büyük sermayeler gibi sermayeler gerektiğini hem de bu sanatlarla uğraşanların zanaatkârlıktan öteye geçmeleri gerektiğini söylüyor. Bunu da şöyle açıklıyor: “Bir ressamın fırçasını kullanması zanaatıdır. Bizde üretmek yerine zanaata çok önem vermeye başlandı. Zanaatkârların sanatkâr olduğu bir dönemdeyiz.” Hocaya göre geleneksel sanatlarda taklidin dışına çıkmalı, güncel yakalanmalı. İşin bir de karşı tarafı var ki Mağ’a göre orada da mesela İstanbul Bienali’nin küratörleri, organizatörleri geleneksel sanatları görmezden geliyor: “Geleneksel sanatlarla uğraşanların kamusal alana bir eleştirisi yok mu? Bienalde tartışılan konulara dair söyleyecekleri yok mu? Gezerken aklıma çok proje geldi. Ama buradaki sanatçılara tanınan imkânlar, destek bize sağlanmıyor.” Mağ’ın bienalde sergilenen işlere dair kısa ve öz eleştirisi var: “Bir ressam fırçasını iyi kullanmıyorsa olmaz. Zanaat her sanatın bir süsüdür, olmazsa olmazıdır.”

Hattat Yrd. Doç. Dr. Savaş Çevik

Hattat Yrd. Doç. Dr. Savaş Çevik

BU BİR SERGİ DEĞİL ŞOV

Hattat ve Haliç Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım bölümü öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Savaş Çevik ile İstanbul Rum Okulu’ndaki sergiyi gezdik. Okulun terasında güneşli bir İstanbul gününde Boğaz’a ve tarihi yarımadaya karşı oturup çay içerek izlenimlerini dinledik. Çevik, İstanbul Bienali’ni bir şov olarak gördüğünü söyledi.

Gördüklerinize dair değerlendirmeniz nedir? Burada sergilenen eserler size ne hissettirdi?

Genel görünüm ve verdiği izlenim; çağ insanının bunalımları, açmazları, doyumsuzlukları, sıkıntıları ve çıkmazları sergileniyor. Tüm bunları çağ insanının çözüm yolu arayışı içinde çabalamasının sonucu olarak görüyorum.  Bu bir sanat sergisi de değil aslında, bu tür sergiler dünyanın her bir tarafında belki var ama bizde daha fazla var, bu sergi değil, bir sunum. Bir soru işareti, bir ünlem işareti yaratmak için ortaya konmuş şov. Sergi farklı bir şey… Burayı insanı düşündürmeye yönlendiren, onları biraz daha politik ve siyasi olarak yönlendiren ve yönlendirme gayreti içinde olan şov mekânı gibi görüyorum. Sanatın belirli yapı taşları ve belirli bölümleri kullanılmış ama tümüyle bir sanat yapıtı, bir sergi olayı değil. Bu sadece insanların sözle anlatmak istediklerini, onların yönlendirmek istedikleri duygu ve düşüncelerini sanat malzemeleri, somut üç boyutlu malzemeler kullanarak daha vurgulu, daha anlamlı hale getirmek; biraz da sanatın sihirli gücünden, pozitif ve tarafsız etkisinden yararlanarak siyasi bir kanala yönlendirmek… Bu şovdan benim gördüğüm böyle.

İstanbul Bienali’ni hep takip eder misiniz?

Kaçırdıklarım da oluyor ama ediyorum tabii ki. Ama Türkiye’nin henüz bu şekilde postmodern bir anlayışta yer almasına karşıyım. Bir kere pozitivist ve gerçekçi teknolojiyi yakalamış bir ülke değiliz ki… Birtakım şeyleri ortaya koyamadık daha. Avrupa’da birtakım sanatçılar altyapıyı oluşturmuş, sanatın somut ve pozitif yönlerini halletmiş, ondan sonra çılgınca işler yapabilmişler. Biz ise henüz o pozitif yapıyı yakalamış değiliz ki bunlara girelim. Eğer doğrudan böyle uzanırsak, altyapısı olmayan sadece kitsch birtakım hareketler içine girmiş oluruz, başka hiçbir şey değil. Yani ne teknolojide bir yerimiz var, ne herhangi bir sanatta belli bir seviyeye çıkmış değiliz.

Dediğiniz seviyelere gelmeyi beklemek sanatta bir şeyler yapamayacağız anlamına gelmez mi? Çok şeyi kaçırmış ve geç kalmış olmaz mıyız?

Yapamayacağız tabii ki. Realizmi halledemeyen sürrealizme geçebilir mi? Mümkün değil. Önce realist olalım, konuyu kavrayalım. Her ülkenin olduğu gibi bizim de özgün sanatlarımız var. Çağdaş veya uluslararası sanat dediğimiz resim, heykel, mimari ve müzik anlamında önemli eserlerimiz var dünya çapında, ayrı bir şey ama bunlar yeterli değil, yenilikler ve birtakım katkılar ortaya koymamız lazım. Geleneksel sanatlar ilerliyor tamam. Bu sanatlar üzerine ilave edebildiğimiz yepyeni bir bakış açısı, yepyeni bir arenaya giremedik henüz.

SANAT

Bienalleri gezerken kendinizi işlerinizle burada hayal ediyor musunuz? İster misiniz katılmayı?

Benim klasik altyapıdan kaynaklanan farklı çalışmalarım var ama kendimi yeterli görmüyorum. Daha bunların çoğaltılması ve çeşitlenmesi gerekiyor çünkü. Sayısal olarak henüz yeterli değil. Ama şu da var ki bu organizasyonlar Türkiye’de belli tekellerin elinde. Olayı siyasallık ve bağnazlıktan uzaklaştırabilirsek herkes her yere katılabilir ancak. Ama bu maalesef yapılmış değil. Bu bienale de yansıyor. Buyurun burada var mı bizden bir esinti? Romen vatandaşlara dair işler yapmışlar, tamam o da bu toplumda bir realitedir inkâr etmiyorum ama Türkiye’nin problemleri, çıkmazları bu mu sadece? Halen dar kafalılıktan uzaklaşamadık. Her kesimde ve başta laik çevre olmak üzere kendisini demokrat gören sanat çevresi laik ve demokrasiden söz ederken yaptığı uygulamalar ve kafa yapısıyla hâlâ bağnazlıktan ileri gidemedi.

Toplum olarak kafa yapılarımızda bir çıkmazımız var, aydınımızdan sokaktaki herhangi bir vatandaşa kadar; taklit ve aşağılık kompleksine sahip olmak. Dünyadaki bienallerin bir benzerini, başka bir versiyonunu niye yapalım? Farklı bir konsept ortaya koyabiliriz. Kimsenin görmediği, duymadığı, hayal edemeyeceği, hissedemeyeceği bir şey yapalım. Onun tekrarı, aynısının benzeri… Sanatta, mimaride, düşünce hayatında böyle olmuş.

2 cumartesi

 

Bu yazı 2013, dosya haber, HABERLERİM, popüler kültür, sanat kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.