DİNAMİK DİNDARLIK, HAYAT KARŞISINDA EDİLGEN OLMAMAKTIR

Mehmet Altan “Kent dindarlığı” kavramından ilk kez kendisiyle yapılan bir roportajda söz etti. Çok ses getiren bu kavram üzerine bir de kitap yazan Altan, İslam toplumlarının yoksulluğunu kent dindarlığının bitmesine bağladı. Kentlerden kırsala kayan Müslümanların İslam’ın kültürel yanını kaybettiğini düşünüyor çünkü. İstanbul Müftüsü ve İslam Felsefesi profesörü Mustafa Çağrıcı tartışmaya Zaman’ın yorum sayfasında yayınlanan ve İslamın kentli bir din olduğunu anlattığı yazsıyla dahil oldu. İslam’ın medeniyeti inşa ettiğini yazdı. İslam toplumlarının yoksulluk sebebiyle değil dinamik dindarlığını kaybettiği için geri kaldığını düşünen Çağrıcı ile Altan’ı bir araya getirdik. Kent dindarlığını konuştuk.

 

ZAMAN -PAZAR 24.10.2010

İktisat profesörü Mehmet Altan, İslam felsefesi profesörü Mustafa Çağrıcı’yla kent dindarlığını konuşuyor olmayı çok önemsediğini söylüyor. Çağrıcı, “Sosyal bilimciler bu tartışmayı başlatmak için geç bile kaldı.” diyor.

Hocaya göre bu tartışmayı ilahiyatçıların başlatması doğru olmazmış. Ama bundan sonrası ilahiyatçılara düşüyormuş. “Müslümanlara unutulan Peygamber dindarlığını yani dinamik dindarlığı anlatmaları gerekiyor.”

Mehmet Altan: Kent dindarlığının karşıtı, sanıldığı gibi köy dindarlığı değildir. Siyasal İslam’dır. Kent dindarlığını dinamik dindarlık doğurur. Dinamik dindarlık ise çağcıl olma, zamana zemine kendi ilkelerinden taviz vermeden uymak demektir. İslam alemi uyum kabiliyetini kaybetti. Yer kürede dinamik bir süreç var ve hayat ilerliyor, ona uyumu kaybedince dinamizmini kaybediyorsun. Sonra etken olamıyorsun edilgen oluyorsun.

Mustafa Çağrıcı: Hz. Peygamber, toplumsal ilişkileri daha zarif olan insanları daha dindar olarak görüyor. Daha kaba saba, hoyrat olan insanları dindarlık yönünden eksik görüyor ve onları bir şekilde eğitiyor, eğittiriyor.

Mehmet Altan, “Çocukluğumda gördüğüm kent dindarlarını özlüyorum ve arıyorum.” diyerek kent dindarlığı kavramı üzerine bir kitap yazdı. Yaklaşık bir yıldır tartışılan bu kavramla ilgili geçtiğimiz haftalarda İslam felsefesi profesörü ve İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı’nın, Zaman’ın Yorum sayfasında “kent ahlakı” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Çağrıcı, kent dindarlığı müzakerelerine katkı olarak gördüğü yazısında, İslam dininin kentte gelişip tamamlandığını vurguladı. “Hz. Muhammed şehirde doğdu ve tam bir şehirli olarak yaşadı.” diyen Çağrıcı, yazısında İslam’ın kent ve medeniyet kültürünün temelini oluşturduğunu anlattı. Kent dindarlığı tartışmalarına yeni bir boyut kazandıran yazıda, İslam toplumlarının sağlıklı bir kent yapısı ve ilişkisi kurma hususundaki sıkıntılarının temel sebebinin ekonomik yoksulluk olduğunu söyleyen Altan’ın aksine bunu din ve dindarlık anlayışındaki sapma, dolayısıyla yanlış ya da eksik din eğitimi olduğu tespiti yapılıyor. Altan da Star gazetesindeki köşesine Çağrıcı’nın yazısını “kent dindarlığına fetva” başlığıyla taşıdı. Geçtiğimiz pazartesi ekonomi profesörü Mehmet Altan ve felsefe profesörü Çağrıcı’yla biraraya geldik. 16. yüzyıldan kalma ahşap bir İstanbul konağında “kent dindarlığı” kavramını konuştuk. Elimizde bir sürü soruyla gittiğimiz İstanbul Müftülüğü’nden nefis bir entelektüel muhabbeti dinleyerek çıktık.

Kent dindarlığı aslında bugünün insanının dindarlığı nasıl algıladığıyla ilgili bir mesele. Sizce bugünün insanı dindarlığı nasıl algılıyor?

Mustafa Çağrıcı: Genelleme yapmak doğru değil ama günümüz insanı, imanın şartları dediğimiz inanç ilkelerini kabul eden, ibadetlerini de iyi kötü yerine getiren ve kimseye zararı ziyanı dokunmayanı dindar olarak sayıyor. Şahsen bunun doğru ama eksik bir dindarlık olduğunu düşünüyorum. Çünkü Hz. Peygamber doğrudan inançla ibadetle ilgisi olmayan birçok tutumu da dindarlık içinde değerlendiriyor. Yani, toplumsal ilişkileri daha zarif olan insanları daha dindar olarak görüyor. Daha kaba saba, hoyrat olan insanları dindarlık yönünden eksik görüyor. Onları bir şekilde ya kendisi eğitiyor ya eğittiriyor. Dolayısıyla orada dinamik bir dindarlık vardır. Dinamik dindarlık; toplumsal hayat ve insan ilişkileri geliştikçe, insanın uğraşı alanları üretim, ticaret, sanayi gibi çeşitlendikçe o alanların gerektirdiği pratiklerde, düzgün, dürüst ve insanların yararına bir biçimde uygulama, geliştirme ve zenginleştirme ortaya koyar.

Yani dindarlık bilinçli vatandaş olmaktır aynı zamanda…

M.Ç.: Kesinlikle öyle. Peygamberliğin dindarlığında akıllı ve rasyonel davranma da vardır. Hz. Peygamber birini takdir ederken “Sen iyi, teenni sahibi ve halim insansın.” diyor. Öfkeye kapılmamak, akıllıca davranmaktır halim olmak. Duygusal tepki vermeden soğukkanlı bir biçimde olayı değerlendirme ve en akıllı, en rasyonel, sonucu en hayırlı neyse ona göre bir davranış ortaya koymaktır. Zaten hilm kelimesi Arapçada akıl anlamına gelir. Halim de akıllı davranan, akıllı yaşayan insan demektir.

Mehmet Altan: Dinamik dindarlık harika bir kavram. Çok kullanılan bir şey değil.

M.Ç.: Hayatın akışı karşısında bireyin edilgen olmamasıdır. Tam tersine kendi inançları, değerleri ve ahlaki ölçüleri çerçevesinde olayı, gerek kendisi, gerek çevresi gerekse insanlık için yararlı bir şekilde değerlendirmesidir.

M.A: Akılcılığın da tanımı budur. Kendi ilkelerinden vazgeçmeden zamanın ruhuna göre hareket etmek kabiliyetini geliştirmektir.

M.Ç.: Aslında bunu İslam tarihinin altın çağında, Müslüman toplum kültürünü örselemeden dünyaya yöneltmiş ve o dünyadan yararlanma akıllılığını göstermiştir. Düşünebiliyor musunuz temel kültürü okumaz yazmazlık olan bir Arap toplumu bir asır sonra felsefe toplumuna doğru yürüyor. Bunu sağlayan şey Peygamber’in onlara verdiği dinamik dindarlık anlayışıdır.

O dinamik dindarlık ne oldu da konuşmanızın başında anlattığınız statik dindarlık haline geldi?

M.Ç.: Bu, dünyada da tartışılıyor. Nedenleri soruluyor. Benim anladığım kadarıyla insanımız aslında dindarlıkta var olan analitik olarak düşünme, aklıyla davranma yerine giderek daha çok duygusuyla davranmaya başladı. Böyle bir dönüşüm yaşandı. Bugün İslam toplumlarının temel sorunu rasyonel davranmak yerine duygusal davranmaya yatkın olmasıdır. Bu, çok ağır bir sorunumuzdur.

M.A.: Bu süreci ta Karlofça’ya kadar götürebiliriz. Osmanlı o zamandan itibaren toprak kaybetmeye başladı. Ekonomik yoksunluk ve kaybetme hali Müslümanları giderek akılcılıktan uzaklaştırdı. Bugünün dünyasındaki 57 Müslüman ülkenin toplam üretimi Almanya kadar. Müslüman toplumlar huzurlu ve akılcı toplum olmanın gereği olan sosyoekonomik şartlarından uzak. Zor bir hayat yaşıyorlar. İnsan duygusuna, öfkesine kapılıyorsa hayat onu zorluyor demektir.

M.Ç.: Duygularıyla hareket ettiğinde de artık edilgendir, aktör olma durumunu kaybetmiştir. Aktör olacaksınız ki kendinizi ve dünyanızı sağlıklı kuracaksınız. Öyle olmazsa size bir şey verilince -ki Batı dünyası bunu yapıyor- ya reddedeceksiniz veya olduğu gibi kabul edersiniz. Neden? Çünkü analitik düşünmüyorsunuz, yararı ve zararı nedir, rasyonel süzgeçten geçirerek neyi ne kadar alacağınızı ya da reddedeceğinizi hesap etmiyorsunuz. Çünkü tepkisel davranıyorsunuz. Müslümanlar Hz. Peygamber ve sonraki hakim olan akılcı yaşayış biçiminden uzaklaştığı süreçte etkin akıllı ve özgür toplum olmaktan da uzaklaştı.

Müslüman toplumların bugünü için ne düşünüyorsunuz?

M.Ç.: İslam dünyası rasyonel düşünen insan yetiştirdiği andan itibaren eğrinin ucu yukarı doğru çıkar. İslam dünyasında Türkiye’nin ileri fırlamasının da sebebi budur. Türkiye yüz yıllık entelektüel çatışmasında inanılmaz kazanımlar elde etti. Ve bugün o çizginin burnu yukarı doğru tırmandı. Bunu geri döndüremezsiniz. Pozitife doğru önemli bir kırılmadır. Türkiye geri dönülmez biçimde doğru süreci yakaladı. Bunda din âlimlerinin rolü olmadı değil. Türk toplumunun zihinsel dönüşümüne doğru yönelmesinde pozitif gelişiminde din adamlarının görülmeyen bir etkisi var.

M.A: Siyasi algıdan sıyrılan vicdanlı dindar Müslümanlar öne geçiyor. Siyasetin hakim olamayacağı bir vicdan -vicdan, hukuk ve adalet demektir- onun öne çıktığı bir süreci yaşıyoruz. O vicdanın bütün dünya için geçerli olmasını isteyen bir dindarlık var. Onun için kent dindarlığı kavramı ve müftü beyin yazısı bu kadar yankı yarattı.

M.Ç.: Zaten derin dindarlıkta da bu vardır. Derin dindarlar her zaman özgür insanlardır. Derin dindarlar sessiz durur ama güçlü insanlardır. Gerektiğinde dirençli insanlardır. Derin dindarlar güdülen insanlar değillerdir.

Bu tartışmayı bir sosyoloğun çıkarmış olmasını ilahiyatçı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

M.Ç: Aslında Mehmet Bey gibi sosyal bilimler alanında yetkin isimler bunda geç bile kaldı. Bu ilahiyatçıların işi değil. Fakat ilahiyat alanında da bu yönde çalışmaların vakti geldi. Artık iyi bir ilahiyatçı kadro oluştu. Onların ana kaynaklarını önüne koyup modern dünyanın sorunlarını modern dünyaya ufuk açacak şekilde çözüm üretmeleri gerekiyor. İslam modern dünya sorunlarını çözebilir.

İnsanı imar ederseniz medeniyet inşa edersiniz

Mustafa Çağrıcı: Dinin ibadetlerle ilgili kısmı azdır ve kategoriktir. Ama dinin iç dünyanın zenginleştirmesine yönelik buyruklarının sonu yoktur. Mütevazı olacaksın, sabırlı, itidalli, dengeli olacaksın… Bütün bunlar insanın imarıyla ilgilidir. İnsanı imar ederseniz o insan kendisi mâmur olduğu için bir umran, bir uygarlık üreten varlık olur artık. İnsanı mamur etmek konusunda yanlış yola girdik ve uygarlık da yıkıldı. Kötü kent yaptığınızda giderek insanın iç dünyasını da yıkıyor. İstanbul’un fiziksel yapısını değiştirmek için en az 50 yıla ihtiyaç var. İnsan davranışları da öyle. Bizim kentlerimizde yaşayan insanların davranışları da sorunlu. (gulizbaki@gmail.com)

 

 

Bu yazı 2010, dosya haber, HABERLERİM, röportajlar kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.