Sosyoloji, çok yakın zamana kadar üst zümrelerin asker, doktor, avukat olmak istemeyen çocuklarının ilgilendiği bir alandı. Üst sınıf tekelini ilk kez Marksist gençlik yıktı. Şimdi ise İslamcı ve milliyetçi gençler… Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Zafer Yenal’a bu süreci sorduk. 6 OCAK 2013 -ZAMAN PAZAR
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Zafer Yenal’ın ilginç çalışma alanları var; yemek sosyolojisi, köy sosyolojisi ve tarihsel sosyoloji. ODTÜ’de ekonomi okuduktan sonra ekonominin toplum üzerindeki etkisini görmek için sosyolojiye kaymış. Amerika’da sosyoloji doktorası yapmış. Yenal’ın kapısını çalma sebebimiz, sosyal bilimlerin incelediği toplumu nasıl gördüğü sorusu. Çünkü Türkiye’de hep yapay bir toplum üzerine inşa edilen yapay bir siyaset güdüldü. Siyaset de, sosyoloji de bu yapay toplum üzerinden değerlendirildi. Bu sebeple sosyolojiyle ilgilenenler hep, gerçek toplumu ele almadıkları eleştirisine muhatap oldular.
Sosyal bilimcilerin toplumun gerçekleriyle ilgilenmedikleri eleştirisi doğru mu?
Bugüne kadar sosyal bilimlerde çok daha modernleşmeci, belirli bir modeli merkezine alan ve Türkiye’de olup biteni, o hayalî toplum modeliyle ele alan bir yapı vardı. Bu model de sanayileşmesi, şehirleşmesi ve sosyal yapılarıyla Batılı toplumlardı. Bunlara bakarak Türkiye’de neyin eksik olduğunu anlamaya çalışan, modern olmak için ne yapılması gerektiğini düşünen bir sosyal bilim pratiği vardı. Ama en azından benim bölümüm ve başka iyi sosyoloji bölümlerinde, giderek bu anlayışın terk edildiğini ve eleştirisinin yapıldığını, modernite eleştirisinin yapıldığını söyleyebilirim.
Yani sosyologlar için toplumla o bağlantı kuruldu diyorsunuz.
Bence bu dediğiniz türden kopukluk halihazırda devam ediyor. Ama başka türlü sosyoloji, antropoloji, tarih yapan ve daha toplumla angaje şekilde, araştırma yöntemleriyle olsun, düşünme biçimiyle toplumda var olan dinamiklerle ilişki içerisinde olan sosyal bilimcilerin sayısı giderek artıyor.
Bu sosyologların artmasının sebebi nedir. Akademik özgürlük mü, sosyolojiye ilginin artması mı?
Sosyal bilimlerdeki değişimin sebebi özgürleşme değil, duyarlılık meselesi. Bugünkü sosyal bilimcilerle, benim kuşağım ve bir önceki kuşaktakileri karşılaştırırsak arada çok ciddi bir sosyal ve kültürel fark var. Şimdiki kuşakla öncekiler çok farklı yerlerden geliyor. Hem sınıfsal, hem etnik kimlik hem de şehir anlamında. Artık sadece İstanbullusu değil, Konyalısı da, Tuncelilisi de, İzmirlisi de var. Sınıfsal anlamda eskiden çok daha seçkin ve biraz daha varsıl insanlar gelirken, şimdi bu değişmiş durumda.
1950’lerden itibaren akademik çevrelerdeki tutuculuk sebebiyle birçok beyin yurtdışına çıktı. Bunlar yarı Türkiyeli yarı dünyalı sosyal bilimciler oldu. Şimdi Fransa, Amerika, İngiltere’den konuşuyorlar ve onların tespitleri daha değerli bulunuyor…
Gidişler imkânlar sebebiyleydi. Halihazırda da akademik anlamda da bilimsel anlamda da Batı’daki üniversiteler özellikle Amerika’da çok zengin kaynaklara sahipler. Çünkü dünyanın bir sürü yerinden gelmiş hocalar ve öğrenciler var. İnternetin bu kadar etkin olmadığı durumlarda oradaki imkânlar çok fazlaydı.
Sadece imkân mı? 70’lerde, 80’lerde biri Ermenilerle, Kürt sorunuyla, başörtüsüyle ilgili bir çalışma yapmak istese buna müsaade edilir miydi?
Bu konular kimsenin umurunda değildi ki. İslam, Ermeni meselesi, Kürt meselesi daha böyle etnik meseleler filan hiç kimsenin doğru dürüst uğraştığı bir mesele değildi. Bir iki istisna dışında, dert edindikleri meseleler değildi.
Neydi meseleleri?
50’ler, 60’lar, 70’lerden bahsedersek çok ciddi bir modernleşmeci bakış hegemonyası vardı ve oradaki temel meseleler şehirleşme, sanayileşme, kalkınma meselesiydi. Kalkınmayla beraber ortaya çıkacak sosyal gelişme meselesiydi. Ve bir sürü sosyolog için, bir sürü sosyal bilimci için mesele hakikaten sosyal gelişmenin, kalkınmanın hem ekonomik anlamda hem toplumsal anlamda nasıl olabileceği meselesiydi.
Ekonomik merkezli sorunların ele alınmasını bu alanlarda çalışma yapanların genellikle Marksist olmasına bağlayabilir miyiz?
Bu tür genellemeler yapmak yanlış. İsmail Beşikçi’den tutun Şerif Mardin’e, Çağlar Keyder’e kadar zamanında hakikaten çok ciddi ve dünya çapında işler yapmış sosyologlar var.
Şerif Mardin, Bediüzzaman’ı çalıştı diye bayağı hor görüldü.
İşte… İstisnai durumlar bunlar.
Şerif Mardin bu çalışmayı Türkiye’de yapabilir miydi?
Türkiye’de yapar mıydı, yapamaz mıydı bilemiyorum. Böyle bir tarih okuması…
Kimileri bu okumadan sonra o dönemlerde ‘bilimsel körlüğe’ sebep olacak bir ortam vardı diye eleştiri de yapıyor.
Olabilir. Şerif Mardin, Türkiye’de olsaydı muhtemelen hayatı daha zor olurdu. Biliyoruz ki mesela Kürt meselesi gibi konularla uğraşanların hâlâ hayatı o kadar kolay değil. Ama ona rağmen bir sürü insan bu işlerle uğraşıyor.
Hâlâ da devam ediyor mu bilimsel körlük süreci?
Devam ediyor. Belki İslam meselesi giderek daha ana akım durumuna dönüştü. Çünkü iktidar partisinin söylemi, o eski mağdur ve ezilen ve daha göz ardı edilen olma halinden, daha baskın, dominant, hükmeden bir konuma geçti. Bununla beraber İslam’la ilgili meselelerin ele alınma biçimlerinde de çok ciddi farklılıklar var.
Bir modası var mı sosyal bilimlerin?
Sosyal bilimlerde nerelerden fon bulunduğu, araştırma için para bulunduğu çok önemli bir mevzu ve o da zamanla değişiyor. Günümüzde de daha önce insanların belki de çok da düşünmediği mesela ‘Türkiye toplumu ne kadar muhafazakârlaşıyor?’ konusu daha fazla fon bulabiliyor.
Yemek sosyolojisi insanları gülümsetiyor
70’ler Milli Selamet Partisi’nin Konya’da ortaya çıktığı yıllar. Siz de Konya’dasınız. Büyük mitingleri hatırlar mısınız?
Selamet Partisi’nin yükselmesini, meşhur Konya mitingini çok net hatırlıyorum. İslami sağın büyümesi ve özellikle bunun Konya’da serpiliyor olması, ailemin sağcısıyla solcusuyla, hepsinin çok daha mesafeli, eleştirel baktığı bir durumdu.
Ailenizde Mevlevi kültürü var mıdır?
Yok, hiç hatırlamıyorum.
Ailenizin siyasi duruşu nasıldı?
80 ve öncesi dönemde hemen hemen her ailede siyaset konuşulurdu. Eniştem vardı ve buna karşı Tercüman okuru bir dedem vardı. Amiyane tabirle birisi sağcıydı, biri solcuydu. Ve bunların birbiriyle gayet ciddi, hararetli tartışmaları olurdu.
Bu tartışmalar olurken sizin hissiyatınız neydi? Merak, korku…?
İllâ ki merak duyuyordum. O zamanlar dedeme daha yakın buluyordum kendimi, çünkü onu çok severdim. O yüzden Tercüman sevgisi vardı kafamda.
Ekonomi okudunuz, Amerika’da sosyoloji masterı yaptınız ve ilgi sahanız alışıldık değil; yemek sosyolojisi… Hele ki o zamanlar için akademisyenlerin pek itibar etmediği bir konu…
Valla bu doktora biraz tuhaf bir durum. İnsanın kendi kendine kaldığı bir aşama. Ne yapacağım sorusunu çok sorduğum bu zamanda elime yemek kültürüyle ilgili bir kitap geçti. Yemek üzerinden tarihin, sosyolojinin, kültürün konuşulabileceğini fark ettim.
Var mıydı yemek sosyolojisi üzerine başka çalışanlar?
Neredeyse yoktu. Çünkü 90’larda yeni bir alandı. Ama şu sıralar çok popüler.
Bu konu üzerine çalıştığınız için ilginç tepkiler geliyor muydu? Daha önemli (!) sosyolojik konular varken diye…
Yani çok değil. Ama her zaman insanları gülümseten bir konu olduğu kesin. Bir de insanların hiç böyle düşünmeden yaptıkları bir şey ve bunun sosyolojisini yapan biri biraz tebessüm ettiriyor.
Fenerbahçe iş, Galatasaray okul, Beşiktaş ise mahalledir
Beşiktaş’ı çok yakından takip ederim. Beraber maçları izlediğimiz bir grubumuz var. Sahadaki bütün o olay benim hoşuma gidiyor, ilgimi çekiyor. Maça gitmek benim için bir çeşit terapi ve çok değerli. Dinlendiğim, eğlendiğim bir zaman. Gönlümde daha eşitlikçi, daha halkçı bir Beşiktaş var. Tabii gerçekte hiçbir alâkası yok. Yöneticisinden taraftarına kadar muazzam değişmiş durumda. Yine de kafamda böyle idealize edilmiş bir Beşiktaş var. Fenerbahçe’den, Galatasaray’dan farklı. Fenerbahçe daha paradır, Galatasaray daha okulludur. Beşiktaş ise daha mahalle takımıdır, halktır ve temizdir.