AHŞABIN RUHUNA DOKUNUYOR

 

Sıradışı bir marangozun hikâyesi okuyacaksınız. Ahşaba hayal ettiği her şekli verebilen Ali Şerafettin Köksal’ın kartvizitinde şunlar yazıyor: Sağır, dilsiz ve görme engelli. Ahşap maketlerini gören onun yaptığına inanamıyor. Onu atölyesinde çalışırken izleyince hayret duygusu yerini hayranlığa bırakıyor. 12-05-2012 ZAMAN

Ali Şerafettin usta, doğuştan duymuyor, 26 yaşından beri de görmüyor. Evli ve iki oğlu, bir kızı var. Çocuklarının hepsi evli. Annesi ve fedakâr eşiyle birlikte yaşıyor. Vaktinin çoğunu marangoz atölyesinde geçiriyor. Herhalde çok az marangozun bu kadar düzenli bir atölyesi vardır. Eşi, atölyede her şeyi Ali Bey’in yerleştirdiğini, düzenin ondan sorulduğunu söylüyor. “Yoksa aradığını bulamaz.” diyor. Atölyedeki düzen Ali Bey’in zihninin ne kadar düzenli çalıştığını kanıtlıyor.

Her sabah mesaisine gider gibi atölyesine iniyor, bazen gece 11’lere kadar çalışıyor. İhtiyaç duyduğu malzemeleri listeliyor ve belli zamanlarda alışverişe çıkıyor. Yapı marketleri açılmadan önce malzemelerini Eminönü’nden, Tahtakale’den alırmış. Ümran Hanım diyor ki: “Eşimin tek geliri subay babasından kalma üç aylığı. Onu alana kadar neyi nereye harcayacağını hesaplamıştır. Gideriz, her malzemeyi tek tek inceler ve öyle alır. Şimdi çoğunlukla oğullarıyla alışverişe çıkıyor. Marketlerden alıyor.” Atölyede bildiğiniz hızar makineleri, matkaplar var. Cihazlara parmaklarını kaptırmamak için özel aparatlar geliştirmiş. Zira büyük gürültüyle çalışan bu aletlerin seslerini de duymadığı için, bir ağaç parçasıyla bıçağın mesafesini hesaplıyor, ona göre kullanıyor. Müthiş bir yetenek ve zekâ.

Ona hep Sabancı’yı örnek verirdim

“Her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır” darbımeseli herhalde en çok Ali ve Ümran Köksal çifti için geçerlidir. Onun bu dehasını ortaya çıkartan Ümran Hanım, 16 yaşındaymış evlendiğinde. 6 yıl sonra eşi görme yeteneğini yavaş yavaş yitirmeye başlamış. Sessiz dünyası kararmaya başlayınca Ali Bey depresyona girmiş. En büyük destekçisi Ümran Hanım olmuş. İşaret dilini kendilerine göre uyarlamışlar: Dokunma dili. Diyor ki; “O zaman hep konuşuyordum. Çocuklarımız var. Ben varım. Ona elleri, ayakları olmayan ama ağzıyla resim yapanları anlatıyordum. Sabancı’yı düşün diyordum. Dünyayı alabilir ama çocuklarının durumunu biliyorsun. Sana parasından verse şu çocuklarından birini verir misin? ‘Hayır’ derdi. Şükretmeliyiz halimize derdik. Yaşarken zordu ama geçti, atlattık.”

Ümran Hanım nereye gitse eşini de götürmüş, misafirliğe, düğüne, alışverişe. Birlikte çalışabilecekleri çok iş aramışlar. Bir süre çalışmışlar da. Çok istekliymiş Ali Bey. Fakat olmamış. Türkiye henüz o zamanlar zihinlerdeki engelleri aşabilmiş değildi. Sağır-dilsiz ve görme engelli bir insan ne iş yapabilirdi ki? Fotoğraflardaki maketler çok iş yapabileceğinin kanıtı değil mi? Ümran Hanım inek bakmış, sütünü satmış. Bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri satmış. Evin geçimini de çocukların okul masraflarını da böyle sağlamış. Ali Bey evde en büyük destekçisi olmuş.

Bizim eve tamirci girmez

Ümran Hanım, şöyle devam ediyor: “Bizim eve tamirci girmez. Badana boyayı da o yapar, muslukları da tamir eder. Hatta ocağı da. Eskiden Halkalı’daki bahçemizde ceviz ağacı vardı. Cevizleri o toplardı. Oğullarımız topladığında, cevizleri şöyle bir yoklardı, eksik bunlar derdi, çıkar ağacın tepesinde kalanları da toplardı.” Marangozluğa komşunun kuş kafesini incelemesinden sonra başlamış. “Bu çok basit, ben de yaparım.” demiş, Ümran Hanım desteklemiş. Zaten hep “sen yaparsın” diye ona destek oluyormuş. Şimdi atölyesinin bir odasında 18 yılının emeği olan cami, Anıtkabir ve kale maketlerini sergiliyor. Ve Ali usta bunları açık artırmayla satmak veya bir müzede sergilemek istiyor.

Eşimi ben keşfettim

Ümran Köksal, “Kulağıma doğru yaklaşıp fısıldayarak soruyorlar zengin mi, zorla mı verdiler? Ne zengin ne de zorla verdiler. Eşimi ben keşfettim. Seviyorum ben. Çok şükür evlatlarımı büyüttüm, evlendiler kendi hayatlarını kurdular. Eşimi de evladım gibi görüyorum. Ömür boyu eli elimde olacak. Bugün en ufak şeyde şikâyet eden çiftlere üzülüyorum. Hep bizi örnek gösteriyorum.” diyor. Ali Bey bu sırada Ümran Hanım’a dokunarak bir şeyler anlatıyor. O da bize tercüme ediyor: “Bize acımayın diyor.” Foto muhabirimiz İsa söze giriyor: “Ümran teyze, sizin hikâyenizi dinlerken ben kendime acıyorum. Biz kendimize acımalıyız.” Başka söze ne hacet.

‘El emeği’ köpek kulübeleri satılıktır

Hani “el emeği göz nuru” denilir ya Ali ustanın işlerinde sadece el emeği var. Belki de bu yüzden daha kıymetli. Bahçeli bir eviniz ve bahçenizde bir köpeğiniz varsa Ali ustanın elinden çıkmış bu köpek kulübelerinden birini alın lütfen. El emeğinin birileri tarafından beğenilmesi ve değerlendirilmesi onu çok mutlu edecektir. Nitekim insanlara bu konuda gönül kırgınlığı var. Yeteneklerini duyup, fotoğraflarını çekmeye gelen bir fotoğrafçı kulübe sipariş etmiş ama gelip almamış. Çok üzülmüş. Bizimle de görüşürken pek tedirginlerdi. Çünkü basın babasının hevesini hep kursağında bırakmış. Oğlu diyor ki; “Babamın maddî bir beklentisi yok. Yaptıklarına birileri talip olsa çok mutlu olacak. Geliyorlar belgesel çekeceğiz, haber yapacağız, sonra yok oluyorlar. Babamın üzülmesini istemiyoruz artık.” diyor.

Trabzonspor, Ali Bey’i bilse kesin şampiyon olurdu

Ümran Hanım diyor ki: “Herhalde Trabzonspor Ali Bey gibi fanatik bir taraftarı olduğunu, maçları kaçırmadığını, stada izlemeye gittiğini bilse şampiyon olur. Zaten başkanla tanışmak istiyor. Ona “yeter da şampiyon olun” diyecek.” İstanbul’daki maçları kaçırmadığı gibi kalkıp Trabzon’a maç izlemeye gittiği oluyormuş. Bir Beşiktaş-Trabzonspor maçına gitmiş Trabzon’a. Taraftarlar birbirine girmiş, Ali Bey’i olayların içinden zor çıkartıp otobüse bindirmişler. Bu tür şiddet olaylarına çok kızıyormuş, üzülüyormuş. Bu yüzden en son maçta yaşananları anlatmamışlar. Peki maçı nasıl izliyor? Dokunarak. Kiminle gittiyse maça o maçı dokunarak anlatıyor. Kızıyla gittiği maçtan bir anısı var, Ümran Hanım anlatıyor: “Kızım, babasına çekirdek vermiş. O da çitliyormuş. Adamın biri gelmiş seslenmiş müsaade eder misiniz? Geçecek ya. Ali Bey’den hiçbir tepki yok. O çekirdek çitlemeye devam ediyor. Adam “Sağır mısınız? Size sesleniyorum” diye önüne doğru geçmiş. Ali Bey gözleri bir noktaya sabit çekirdek çitlemeye devam ediyor. “Kör müsün müsaade et diyorum” demiş adam. O sırada kızım, “Evet, babam duymuyor ve görmüyor.” Demiş. Adam maç boyunca Ali Bey’i izlemiş. ‘Görmeden, duymadan maçtan ne anlıyor?’ demiş.

 

Bu yazı 2012, gezi-tarih-kültür, HABERLERİM kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.